20 Eylül’de yapılan seçimle birlikte Yunanistan, yeni bir döneme girmiştir. SYRIZA’nın ikinci kez galip çıktığı bu seçim, 25 Ocak seçiminden sadece nicel olarak değil, nitel ve anlam olarak da farklıydı.
Yedi aylık ilk iktidar döneminde SYRIZA’nın reformist küçük burjuva önderliği, yaptıklarıyla; uzlaşmacı çizgisi, kitlelerin bilincinde yarattığı bulanıklık ve tarihe geçen referandum ihanetiyle bize politik dersler sunuyor. “Günümüzde halk cephesi hükümeti karşısında işçi sınıfının politik hattı” ile ilgili bir nevi staj yapabildiğimiz Yunanistan’da yol ayrımı keskinleşmiş durumda. Devrimci Marksistler olarak her türlü uzlaşmacı önderlikle ve demokratik gericilik politikalarıyla uzlaşmaz bir şekilde mücadele ederken SYRIZA’nın önümüze koyduğu derslerden kendi payımıza düşeni çıkarmamız gerekiyor.
25 Ocak öncesinde memorandum ve onun yarattığı ekonomik tahribattan bıkmış kitleler, borç ödemelerini kabul etmeyeceğini beyan eden SYRIZA’yı iktidara taşıdı. 20 Eylül’de SYRIZA’yı iktidar yapan etmen ise popülist bir söylem ile kitlelere ölümü gösterip onları sıtmaya razı edebilmesi oldu. Hem meclis çoğunluğunu yeniden sağlayarak parti içindeki muhalifleri tasfiye etmiş oldu hem de kısmi olarak kaybettiği meşruiyetini yeniden kazanmış oldu. Fakat bir fark daha var. Artık emperyalizm SYRIZA’dan ürkmüyor hatta onu kitle hareketlerini frenleyecek bir mekanizma (seçimler yoluyla ya da demokratik gericilik politikalarıyla) olarak kullanacak zeminde bulmuş durumda.
Seçimler, kitlelerin bilincinin kırılmış bir halini yansıtır der Moreno. 20 Eylül seçimlerini, kendi acil ihtiyaçları için radikal bir değişim yaşanması gerektiğine inanan Yunan emekçilerinin talep ve isteklerini, burjuva meşrûiyetinin deli gömleği içine hapseden bir araç olarak görmek yanlış olmaz. Kitleler kafa karışıklığı içinde hep aynı soruyu sordu: Bu seçim neden oldu? Zaten iktidarı elinde tutan SYRIZA bu süre zarfında emekçilerin hayatlarında hiçbir iyileşme yapmadığı gibi sanki memorandumu kabul eden o değilmiş gibi pişkince “şimdi Avrupa’yı değiştireceğiz” naraları atarak daha sefil duruma düşüyor, her oportünist küçük burjuva önderlik gibi. İleride popülizm dozunu arttıracak bu parti bir sonraki seçimler öncesinde yeni PASOK halini almış olabili,r tabi kitlelerce devrilmez ise.
Yukarıda bahsettiğimiz deli gömleğin içine girmek istemeyen kitleler de elbette var. Bu sefer sayıları hiç de küçümsenecek gibi değil. SYRIZA’nın yarattığı kafa karışıklığın etkisiyle de seçimlerden medet ummayı kesmiş radikal bir önderlik arayan insan sayısı bu sefer çok fazla. Ocak seçimlerinde sandığa gidip bu seçimde sandığa gitmeyen kişi sayısı yaklaşık sekiz yüz bin. Bu, %14’lük bir kesime tekabül ediyor. Altın Şafak’ın aldığı oyun iki katı…Oranlar partiler nezdinde belirleyici olsa da alınan oy sayısı göz önünde bulundurulduğunda tam altı partinin oylarını düşürdüğünü görüyoruz.
Bu tablodan da anlaşılacağı üzere PASOK ve Merkez Birlik partilerinin toplamda 126 binlik oy artışı dışında tüm partiler oylarını düşürmüş. Partiler bir anlamda cezalandırılmış.
SYRIZA’dan kopan kesimin bir bölümü tarafından kurulan Halkın Birliği ise %3’lük barajı kıl payı kaçırarak Meclis’e giremedi. 155,242 oy alan partinin %2.9’luk oranla saf dışı kalması seçimin belkide en kötü sonuçlarından biriydi. SYRIZA’nın yeniden seçileceği belliyken onun önderliğine karşı yapılacak bir seçim birliğinin zaruriyeti ortadayken bundan kaçınılması, kitlelere Avro ve birlikten kopuşun tek kurtuluş yolu olduğunu gösterecek partilerin Meclis dışına itilmeleri sonucunu doğurdu. Oysa ANTARSYA ve EEK’nin %0.8’e tekabül eden 50 bin küsürlük oyu Avrodan ve birlikten çıkış, borçların ödenmemesi gibi talepler çerçevesinde Halkın Birliği ile yapılacak bir seçim ittifakına dahil olabilseydi, bu politikaları sürdürecekleri ve mevcut önderliğe karşı bir basınç oluşturabilecekleri, onları ileriye dönük zorlayabilecekleri bir ortam yakalayacaklardı. Olmadı. Devrimci sol bir nevi kendi sekterliğinin kurbanı oldu. Tarih bu tip küçük görünen büyük hataları affetmez. Şu an Meclis’te KKE ve Altın Şafak dışında AB’den kopmak isteyen bir parti kalmadı. Biri koşulsuz şartsız herkesi dışlayan kendinden başka kimseyi devrimci görmeyen, yerinde saymayı marifet bilen, işçi sınıfının devrimci iktidarını çoktan rafa kaldırmış Stalinist bir parti, diğeri ise paramiliter güçlerini oluşturmaya başlamış gamalı haç bayraklarıyla yürüyen neonazi bir parti.
Kitleler SYRIZA’ya üçüncü bir şans vermeyecektir. Memorandumun yıkıcı etkileri ilerleyen dönemde daha fazla görülecek. Özellikle mülteci sorunun gittikçe derinleştiği ülkede yabancı düşmanlığı artarken bunu çok iyi kullanan Altın Şafak ekonomik krizle radikalleşen orta sınıfları kendine çekecek zemini her geçen gün daha iyi buluyor. Artık ülkede eylem birlikleri ya da cepheler sınıf mücadelesinde temel ihtiyaç haline gelmeye başladı. Bu ihtiyaç kesinlikle artacaktır. İşçi sınıfına kurtuluş yolunu elimizde olanak varken gösteremediğimiz durumda onları aşırı sağın kucağına terk etmiş olacağız.
SYRIZA’nın dört yıl iktidarda kalabilme olanağı yok. Tarih Yunanistan’da hızlı akıyor. Bir, bir buçuk yıl belki de daha erken bir sürede yeniden seçime gidilecektir. Emekçilerin ihtiyaçlarına cevap verecek radikal ve korkusuz bir programla karşılarına en geniş ittifak ile çıkmak sadece SYRIZA’yı zayıflatmayacak aşırı sağın da önüne ket vuracaktır.
Yorumlar kapalıdır.