Eğitim sisteminde kriz derinleşiyor
Türkiye’nin içinde bulunduğu çatışma ve kaos ortamında, işçiler ya savaşta ya iş cinayetlerinde katledilirken, asgarî ücret ve emekli maaşları zamlar karşısında erirken, sokağa çıkma yasakları ve burada saymaya lüzum görmediğimiz, zira hayatımızı doğrudan etkileyen, onlarca anti demokratik uygulama hayata geçirilirken, eğitimde süregelen bir takım değişiklikler ve bunların etkilerinden bahsetmek belki de gündem için hafif kaçacaktır. Fakat eğitim alanına yapılan müdahaleleri incelerken yalnızca değiştirilen her yönetmelikten mağdur olanların sorunlarını değil aynı zamanda değişikliği yapanların kendilerince haklı nedenlerini de dikkate almak gerekir. Bu bağlamda bakıldığında Türkiye’deki sürekli kriz durumunu en iyi anlatan alanlardan birisi eğitim alanıdır. Ne kadar yönetmelik ne kadar sınav adı ne kadar kurum adı değişse de eğitimdeki sürekli kriz aynı Türkiye’de ulusal sorun, istihdam, enflasyon vb. birçok konuda olduğu gibi bir daha ortaya çıkmayacak biçimde çözülememektedir.
Tabi ki eğitim sistemini diğer sorunlardan bir miktar bağımsız olarak etkileyen bazı öznel olaylar da var. En yakın zamanda tanık olduğumuz olaylardan biri hükümetin hiçbir pedagojik veya eğitimsel sebep göstermeden dershanelerin kapatılmasını sağlamak için kolları sıvamasıydı. Türkiye’deki sermayedarlar bile artık AKP hükümetinin devlet kurumlarına bir dediğini ikiletmeden yaptırdığına o kadar inanmışlardı ki ellerindeki dershaneleri kapatıp ‘temel liseler’ açtılar. Tabi bu eğitimle hiçbir âlâkası olmayan salt politik ve ekonomik amaçlar uğruna gerçekleştirilmeye çalışılan değişim ya devlet içindeki güçler dengesinden veya hükümetin çeşitli plan değişikliklerinden dolayı şimdilik ertelenmiş gibi duruyor. Tabi bu değişimler gerçekleştirilirken ne öğrencilerin ne velilerin ne de eğitim emekçilerinin fikirleri dikkate alınıyor.
Hâl böyle olunca lisede okuyabilmek için girilen sınavdan da adı LGS, OKS, SBS, TEOG’da olsa hiçbir şey umut etmemek gerekiyor. Son konulan adıyla TEOG olan bu sınav bu sene 100 bin kadar öğrenciyi okumamaya, on binlercesini de tercih etmedikleri okullara gitmeye mahkûm etti.
Bütün bunlar yaşanırken hükümet özel okullara giden çocukların ailelerine bazı şartlar altında 3750 liraya varan malî yardım yapacağını açıkladı. Böylelikle, yardım adı altında prestij çalışması yapan hükümet işçi sınıfının yol, su, elektrik, eğitim ve sağlık hizmetlerinin karşılanması için verdiği vergileri kendi politik hedefleri doğrultusunda kullanacağını ilan etmiş oldu. Üniversitelerde de durum pek farklı değil. Her ne kadar devlet üniversitelerine patronların girmesini sağlayacak olan yeni YÖK taslağından hükümet ve patronlar arasındaki çeşitli politik ve ekonomik uyuşmazlıklardan dolayı ses çıkmasa da 2008’de teğet geçtiği iddia edilen dünya ekonomik krizinin derinleşerek üniversiteleri de etkilediği Koç Üniversitesi’nde asistanların işten atılmasından belli olmuş durumda. Koç Üniversitesi’ndeki durumdan daha farklı olarak İstanbul Üniversitesi’nde dersler polis baskını eşliğinde başladı. İki olay arasındaki fark ikincisinde yaklaşan seçimler dolayısıyla politik hedeflerin ağır basması. Anti demokratik uygulamalarına karşı güçlü seslerden biri olan İstanbul Üniversitesi’nin ilk günden polis baskısı altına alınması olağan bir hükümet politikası haline gelmiş durumda.
Eğitime dair politikalardan konuşurken eğitimin kendisi hakkında konuşamadığımız çok açık. Konular ya hükümetle arası bozulan sermayedar grupları ya da kâr elde edemeyen patronlar hakkında. En temel haklardan biri olan nitelikli, anadilde, parasız eğitimi sağlamak hükümetin en temel görevidir. Sorun sınavların adlarında veya üniversitede okuyan öğrencilerde değildir: Sınavlar kaldırılmalı, her emekçi çocuğuna üniversiteye kadar her kapı açık olmalıdır, üniversitede söz, yetki, karar işçi ve öğrencilerde olmalı, polis üniversiteler de dahil olmak üzere tüm okullardan çekilmelidir.
Yorumlar kapalıdır.