Ey İsrail! Bana sormadılar

Altı yıl aradan sonra, Haziran sonunda gerçekleşen Türkiye-İsrail anlaşmasıyla, ilişkiler normalleşme sürecine girmiş bulunuyor. Bu ortaklık, Saray medyası tarafından İsrail’e diz çöktürülerek Gazze halkına uygulanan ambargonun kaldırıldığı şeklinde servis edildi. Oysa ne gerçekte böyle bir kazanım var ne de Filistin sorunu basit bir yardım gemisiyle çözülecek kadar yüzeysel.

Konu Gazze’ye yardım gemisi götürmekten ibaret olsaydı, bir anlaşmaya gerek olmazdı. Halihazırda Gazze’ye İsrail’in Aşdod limanından insani yardım malzemeleri İsrailli yetkililerin gözetiminde ve denetiminde götürülüyor. Yapılan anlaşma ile bu prosedür aynı şekilde devam edecek. Söz konusu olan Gazze’ye yardım kılıfıyla İsrail-Türkiye anlaşmasının meşrulaştırılmaya çalışılmasıdır.

Dış politikadaki 180 derecelik değişiklik, yeni gruplaşma eğilimleri ve ortaklıklar bugüne kadar süregelen dış politikanın iflasının kabul edildiğini gösteriyor. Bu değişikliğe sebep veren şey, Arap devrimleriyle birlikte başlayan Türkiye’nin Sünni temelli Ortadoğu’ya nüfuz politikasının tamamen çökmesi oldu.

Bu değişikliğin artık bir zorunluluk halini alması dış politikada gelinen noktanın dayanılmaz bir hal aldığını gösteriyor. Hem de tüm tükürdüklerini yalayarak gerçekleştirmeye çalıştıkları bir değişiklik.

Tabanından gelebilecek tüm tepki ve kırılma potansiyeline rağmen “İsrail bir terör devletidir. Ben iktidarda olduğum sürece ilişkilerin normalleşmesi söz konusu olamaz” tavrından “Türkiye İsrail yakınlaşması bölge için hayati önem taşıyor. Bizim de İsrail’e ihtiyacımızın olduğunu kabul etmemiz lazım” tavrına geçme dönekliğini gösteren RTE’yi bu hale getiren köşeye sıkışmış bir şekilde içinde bulunduğu -fakat “değerli” görülen- yalnızlıktan kurtulma isteği olduğu gibi, iktisadi anlamda içine girdiği bozulma ve çöküş sürecini yeni ilişkilerle tersine döndürme isteği de yatmaktadır.

Türkiye, dış politikadaki maceracı tutumun getirdiği cendereden çıkmaya çalışırken, İsrail Filistin’de yine bildiğini okumaya devam etmektedir. Anlaşmanın imzalandığı günün ertesinde Mescid-i Aksa’ya girmeye çalışan Filistinlilere ateş açılmasıyla bir kişi öldü. Ertesi gün ise, Gazze’ye kısa süreli de olsa bir hava harekatı gerçekleştirildi. Hem Kudüs hem de Gazze ablukası sonuna kadar devam etmektedir. Tüm bunlar olurken sırtını İsrail’in politik ve iktisadi gücüne yaslamaya çalışarak Ortadoğu’ya nüfuz etmeye çalışan Saray rejimi o kadar kirli politikalar güttü ki, zaten bir altüst döneminden geçen Ortadoğu’da 2010 öncesine dönmesi mümkün değildir.

Bu ortaklık ve flört döneminden çok memnun gözüken emperyalizm, Ortadoğu karşıdevrim cephesinin konsolidasyonu ve daha da merkezileştirilmesi için bu birlikteliğe son yıllarda hep ihtiyaç duydu. İran’ın bölgede artan göreli etkisi, Doğu Akdeniz’de Türkiye’yi dışlayan Mısır, Güney Kıbrıs ve İsrail’in oluşturduğu iktisadi cephenin kurulması gibi gelişmeler Türkiye’yi dış politikada yeni arayışlara iten nedenler arasında.

Mavi Marmara’nın avukatlığını yaptığı dönemi unutarak “bu yardımları götürürken bana mı sordunuz?” çıkışı İHH’yı bile şaşkına çevirdi. Hamas’ın da anlaşma neticesinde Türkiye’deki tüm operasyonel faaliyetleri donduruldu. Bu durum çıkar ilişkileri söz konusu olduğunda nasıl bir kaypaklık sergilenebileceğinin güzel bir örneği oluşturuyor.

İlerleyen dönemdeki hedef, İsrail gazının Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması olacak. Bu transit hat için Saray her şeyi satabilir. Bana mı sordular çıkışına şaşırmamak lazım. Ey İsrail diyerek parmak sallayıp ardından “Gazze’ye yardım götürürken bana mı sordunuz?” diyenler Filistin davasına sahip çıkamazlar.

Türkiye İsrail ittifakı kirli bir ittifaktır. Ortadoğu’nun emekçi halklarının düşmanıdır bu ortaklık. Tekrar ediyoruz. İsrail siyonizmi yok edilmelidir. Bu emperyalist karakol ile iyi ilişkilerde bulunmak Filistin’in tarihsel özgürlük davasına ihanet etmektir. Ortadoğu’daki açmazı derinleştirmektedir. İsrail ile tüm politik ve iktisadi ilişkiler kesilsin. İsrail devleti tanınmasın.

Yorumlar kapalıdır.