Bir ihtimal daha var: Birlik, Dayanışma ve Mücadele!

Gazeteler yazdı. Bursa’da geçen hafta 43 yaşındaki Mehmet İmren, iş bulamayınca bunalıma girmiş ve intihar etmiş. Dört çocuk babasıymış Mehmet İmren. Bir ay önce Urfa’dan kalkıp Bursa’ya gelmiş. İş ve ekmek bulabilmek umuduyla! Lakin bulamamış. Umudunu yitirmiş. Çaresizlik içinde, ardında dört evlat bırakarak, kendini asıp, hayatına son vermiş!

Pekiyi, Mehmet İmren bir istisna mı?

Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre son 10 yılda yaklaşık 30 bin kişi intihar ederek hayatına son vermiş. Türkiye Psikiyatr Derneği’ne göre Türkiye’de intihar oranı son 40 yılda yüzde 50 artmış. Sadece geçen yıl 3200 kişi intihar ederek hayatını kaybetmiş. Kısacası Mehmet İmren bir istisna değil!

İşsizlik; yokluk, yoksulluk, açlık, mutsuzluk, çaresizlik demek. Çaresiz insan, her şeyi sineye çekebilir. Muhtemelen Mehmet İmren, bulabilseydi eğer, en güvencesiz işlerde dahi çalışacaktı. Ve yine muhtemelen ya bir iş cinayetine kurban gidecek ya yaralanacak ya da “meslek hastalığı” denen bir yavaş ölümün kurbanı olacaktı.

2016 yılının ilk sekiz ayında en az 1250 işçi, iş kazalarında hayatını yitirmiş. İşçi ölümlerinde dünya üçüncüsü olan Türkiye’de AKP’li 14 yılda en az 18 bin işçi iş cinayetlerine kurban gitmiş. Kısacası Mehmet İmrenler için Türkiye kapitalist düzeni, tüm insani yaşam ve umut çıkışlarını kapamış. Adeta işçi ve emekçileri bir kapana hapsetmiş.

Türkiye’yi 14 yıldır, “komşusu aç iken tok yatan bizden değildir” diyen ve her fırsatta “İslamcı” olduğunu söyleyen bir partinin, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin, yönettiğini hatırlayalım…

İstikrar buysa!

Devletin resmi verilerine göre 2015 yılında maddi yoksunluk oranı daha da yükselmiş ve yüzde 30,3 olmuş. Maddi yoksunluk dedikleri; çamaşır makinesi, renkli televizyon, telefon, otomobil sahipliği, beklenmedik harcamalar, evden uzakta bir haftalık tatil, kira, konut kredisi, borç ödemeleri, iki günde bir et, tavuk, balık içeren yemek ve evin ısınma ihtiyacından en az dördünün karşılanamaması olarak tanımlanmaktaymış.

Bu verilere göre Türkiye’de her on kişiden yedisi evinden uzakta bir haftalık tatil dahi yapamaz durumdaymış. Yine kabaca on kişiden yedisi yıpranmış ve eskimiş mobilyalarını dahi yenileyemiyormuş ve taksit ödemeleri veya borçları varmış. Nüfusun yüzde 15,8’i sürekli yoksulluk içindeymiş. Yüzde 14,7’si yoksulluk sınırı altında yaşıyormuş. Üstelik bunlar resmi rakamlar…

Bütün bunlar ne anlama geliyor? Şu anlama: AKP zengini daha zengin, fakiri daha fakir yapmış! En zenginlerle en yoksullar arasında fark daha da artarak 7,6 kata yükselmiş. Anlıyoruz ki, istikrar dedikleri deveyi hamuduyla götürmekmiş! Resmi rakamlara göre dahi işsiz sayısı üç milyonu geçmiş; her beş gençten biri işsiz durumdaymış.

Pekiyi, Türkiye bu sorunlarını neden çözemiyor? Neden daha insani, daha mutlu ve güvenli bir hayatımız olmuyor? Çözmek bir yana, hatta bu sorunlar neden daha da ağırlaşıyor? Çünkü onların sorunları ile bizim çözümlerimiz çakışıyor! Onların sorun dediği bizim için çözüm. Onların çözüm dediği bizim için sorun da ondan…

Onlar daha çok kâr, daha çok sermaye birikimi istiyorlar ama karşılığını ödemek istemiyorlar. Bu ise kuralsız, güvencesiz, düşük ücretle, uzun saatler çalışmak anlamına geliyor. Yukarıdaki intihar, iş cinayeti, işsizlik, yoksulluk rakamları işte bu durumun sonuçları. Yoksa Mehmet İmren ve on binlercesi birazdan çocuklarının kendini asılı bulacağı oturma odasının o tavanından kendilerini sallandırırlar mıydı? Biz ise kurallı, güvenceli, insan gibi yaşayacak bir ücretle ve insani koşullarda çalışmak istiyoruz. Sadece hakkımız olanı istiyoruz. Sigorta, sendika, tatil, sağlık, emeklilik lüks değildir, haktır.

İşte bu noktada geçmiş hükümetler gibi AKP devreye giriyor. Bir yandan zorunlu bireysel emeklilik fonları yaratarak, bir yandan işçileri köle durumuna düşüren kiralık işçi büroları kurarak, bir yandan kıdem tazminatını fonlara devretmeye çalışarak, bir yandan emekli olmayı neredeyse imkânsız hale getirerek, kısacası çalışma hayatını kuralsızlaştırarak ve esnekleştirerek sermaye düzenine hizmet ediyor. Bununla da kalmıyor, her türlü ekonomi dışı yöntemi de kullanarak adeta emek piyasasında, sermaye lehine sürekli bir OHAL düzeni yaratıyor, uyguluyor. İşte bu nedenle ne intihar gibi insani trajediler bitiyor, ne işsizlik, yoksulluk azalıyor, ne de daha demokratik ve insani bir sosyal-ekonomik-siyasal hayatımız olabiliyor.

Hiç kuşku yok ki, bu anlayışa ve düzene ne mecburuz ne de çaresiziz. Bunu anladığımız ve değiştirmek için harekete geçtiğimiz andan itibaren hiçbir şey eskisi olmayacak. Evlatlarımızı yetim bırakacak umutsuzluklardan kendimizi uzak tutalım. İşçilerin birlik, dayanışma ve mücadelesi önünde durabilecek hiç bir güç yoktur. Sınıf gücümüze inanalım, güvenelim…

Yorumlar kapalıdır.