Birlikte yaşam ve mücadele
4 Kasım günü HDP’ye dönük yapılan operasyonla başta HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere 10 milletvekili tutuklandı. Bunu izleyen süreçte Diyarbakır Belediyesi Eş Başkanları Gültan Kışanak ve Fırat Anlı ile birlikte, HDP ve BDP’li belediye başkanları tutuklanmış ve 12 ilde birçok belediyeye kayyum atanmıştı.
HDP’ye yapılan bu operasyon, rejimin 15 Temmuz sonrasında olağanüstü düzeyde artan baskısının devamı niteliğinde. Saray, Başkanlık rejimini inşa etme yolunda, önüne çıkabilecek her türlü olası muhalefeti tek tek temizlemeye girişmiş durumda. Rejimin olağan yönetim biçimi haline gelen KHK’lar aracılığı ile binlerce memur, akademisyen tasfiye edildi, basın-yayın organları kapatıldı. Cumhuriyet gazetesine baskın yapılarak gazeteciler tutuklandı, rektörlerin seçimi Cumhurbaşkanlığına bağlandı ve en son aralarında Kürt kadın dernekleri, tiyatroların da bulunduğu 370 dernek kapatıldı.
“Hâkimiyet milletinse…”
Her seferinde kendi iktidarını ve meşruiyetini sandığa bağlayan Saray iktidarı, söz konusu seçilmiş Kürt vekilleri olduğunda, ‘hukuka uygun davranmayarak ifadeye gelmemeleri’ni gerekçe olarak sunmakta. Bunun siyasi bir kılıf olduğunu anlamak için çok uzağa gitmeye gerek yok. HDP’nin 7 Haziran’daki zaferinden sonra Başkanlık projesi hüsrana uğradı; Saray, müzakere sürecini rafa kaldırdı. HDP’li vekiller hakkında yüzlerce fezleke hazırlandı ve dokunulmazlıklar kaldırıldı. İşte bu durum, tam da ‘bir lütfa dönüşmüş’ 15 Temmuz darbe girişimi sonrasında yürütülen baskı ve tasfiye sürecinin birden ‘hukuki’ gerekçesine dönüşüverdi! Hâlihazırda dokunulmazlıkları kaldırılmış, mecliste ya da sokakta hareket etme zemini felce uğratılmış HDP’li vekillere uygulanan bu son derece hukuki (!) süreç, onları hapse atarak yeni bir boyuta ulaşmış oldu.
Tarihsel olarak Kürt inkarı ve korkusunda birleşmiş bu iktidar koalisyonu, ne pahasına olursa olsun iktidarını sürdürmek ve devlet aygıtını kendi çıkarları doğrultusunda ele geçirmek için elinden geleni yapmakta. Ancak işler her zaman yolunda gitmiyor. Nitekim darbe girişimiyle süreç sekteye uğradı. Bu nedenle Saray için bugün ne pahasına olursa olsun iktidarda kalmak dünden daha maliyetli ve zor. Bu zorluk iktidarın baskısını en üst seviyeye çıkarmakta; ‘üst akıl’, ‘dış düşmanlar’ olarak da açık edilen paranoyasını güçlendirmekte.
Tam da bu nedenle Anayasa değişikliği ve Başkanlık projesi ebedi iktidarı -her şeye rağmen!- garanti altına alma, tüm bu otoriter-baskı düzenini kitabına uydurma çabasına dönüşmüş durumda. Bu bağlamda ‘herkese uygulanan hukukun HDP’li vekillere uygulanması” lafzı devasa bir acziyetin repliklerini andırmakta.
İçte yıkım, dışta iflas!
Devletin bugün Kürt siyasi hareketine daha fazla saldırmasının Suriye ve Irak’taki gelişmelerle de ilgisi var elbette. Saray rejimi, Suriye ve Irak’ta, Türkiye’yi bir savaşa sokabilecek tehlikeli ve maceracı dış politikasına devam etmekte. Ancak Musul operasyonuna dahil olamaması ve Irak hükümeti tarafından açıkça istenmemesi; Rakka’da Amerikan güçlerinin Kürtler ile devam etmesi dış politikadaki “oyun-kurucu” ülke olma iddiasından masada yer alamamaya uzanan hüsran dolu bir süreç oldu. Ancak içte yaşanan bu çalkantıya dıştaki prestijimiz (!) karşılık vermek durumunda: Bu nedenle Fırat Kalkanı operasyonu ile son derece ağır bir maliyet göze alınmış durumda.
Şimdi ne olacak?
HDP meclis içindeki çalışmalarından çekilerek, halka gitmeyi ve yeni yol haritasını kitlesi ile tartışarak oluşturacağını beyan etmiş durumda. Yapılan açıklamalar göstermekte ki HDP için önümüzdeki dönemin temel gündemi müzakerelere geri dönmeyi talep etmeyi sürdürmek olacak. Özerklik ilan eden bölgelerin yakılıp yıkılması sürecinde bir yandan devlet bir yandan da PKK tarafından sıkıştırılan HDP, darbe sürecinden sonra da tüm bunlara rağmen gerçek bir güç birliği inşasına girişmek yerine, tek çözümü müzakerelerin yeniden başlaması olarak görmekte. Nitekim darbe sonrası gerçekleştirdiği mitinglerde de, müzakere talebini ön plana çıkardı.
Ancak Türkiye rejimi öyle yıkıcı çelişkileri içinde barındıran bir süreçten geçmekte ki, ‘ya Başkanlık ya kaos’ ikilemiyle de özetleneceği gibi, Saray iktidarda kalmak ve her şeyi kontrol altına almak üzere bir ölüm-kalım savaşı vermekte. Bu savaşta, Kürt meselesinin çözümüne ihtiyaç duyulacağı günler de gelecek belki ama o an bugün değil, çünkü bahşedilen her türlü muhalefet yapma zemini/kırıntısı, bir tehdit olarak algılanmakta, iktidarı ölesiye korkutmakta. Bu korkunun başında Kürtler olması kendi adına hiç de şaşırtıcı değil.
Bu durumda, HDP’nin ısrarla düzen içi bir çözümün taraftarlığını sürdürmesi ve kitleleri seferber olmaktan alıkoymaya çabalaması ise her geçen gün baskının daha da artmasıyla çelişkileri keskinleştirmeye devam edecek.
Bununla birlikte TAK ve PKK’nin yıkıcı saldırıları her türlü meşruiyeti, politik haklılığı ortadan kaldırmakta. Bu bağlamda IŞİD ve TAK’ın aynı anda üstlendiği Diyarbakır saldırısı kabul edilemez noktada, lanetlenmek durumunda. Bu tür eylemler kitlelerin mücadelesine zarar vermekle birlikte; mücadelelerin birleştirilmesi açısından da büyük bir engel. Bu yüzden HDP’nin bu yıkıcı eylemlerden kendisini ve tabanını uzak tutması birleşik bir mücadele için kilit bir önem taşımakta.
Siyasi demokrasi hakkının ortadan kaldırıldığı, her türlü siyaset yapma zeminin giderek daraldığı, baskı ve sömürünün derinleştiği böylesi bir dönemde ezilen Kürt ve Türk emekçileri birlikte yaşamanın zeminini ancak birlikte mücadele ederek kurabilir. Emekçileri ve ezilen halkları temsil eden tüm siyasi kurumların birleşik mücadelenin olanaklarını büyütmesi elzem.
Yorumlar kapalıdır.