Ne yamalı bohça bir anayasa, ne de kişiye özel müstakil bir sistem! Çimentosu emek olan adil ve eşit bir düzen istiyoruz!

Keşke Türkiye’nin sorunlarının çözümü başkanlık sisteminde olsa! Keşke başkanlık sistemi gerçekten de sorunlarımızın çözümüne, en azından katkı sağlayabilse! Keşke, iddia edildiği gibi, başkanlık sistemiyle birlikte Türkiye; siyasi, ekonomik, sosyal, kültürel açıdan daha iyi ve ileri bir seviyeye ulaşabilecek olsa! Tüm kalbimizle, sonuna kadar bunu ister ve destekleriz. Türkiye’ye huzur, istikrar, adalet, eşitlik, özgürlük, kardeşlik getirecek bir sistemi kim istemez? Lakin hayaller ve iddialar bu şekilde olsa da gerçekler tam tersini göstermekte. Görünen köy kılavuz istemez. Ziya Paşa’nın beyitiyle söylersek, “ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz!” AKP’nin 14 yıllık iktidarı boyunca en çok tekrarladığı sloganın, yaptıklarımız yapacaklarımızın teminatıdır, olduğu hatırlanacak olursa, Türkiye’yi olası bir Türk tipi başkanlık sisteminde, herhalde, nelerin beklediğini hayal bile etmek istemeyiz.

Eğri oturup, doğru konuşalım. Başkanlık sistemi dendiğinde Erdoğan için istendiği açık seçik ortada olan bir tek adam sisteminden bahsediyoruz. Erdoğan ki 14 yıldır Türkiye’yi yönetiyor. Ülkenin hali de ortada! Yaşamak istediğiniz ülke böyle bir ülke mi? 10 Aralık 2016’dan bu yana, yani sadece ve sadece üç hafta içinde kent merkezlerinde bombalı ve silahlı saldırılar sonucu 97 insan hayatını kaybetti, yüzlerce insan yaralandı. Yılbaşı gecesi 39 insanın hayatını kaybettiği İstanbul Reina’da gerçekleştirilen silahlı katliam, görünen o ki, maalesef bu korkunç tablonun sadece son halkası olacak. Üstelik OHAL koşullarındayız. Bu durumda 19 Ocak 2017’de sona erecek OHAL’i üç ay daha uzatmanın kime ne faydası var? Bunun da adını koyalım: OHAL’i uzatmanın anlamı, iktidarın ülkeyi bir başka şekilde idare edemeyecek hale gelmiş olmasıdır. Artık bu, bir iktidar için utanç verici olmanın ötesinde ancak yozlaşma ve çürüme kavramıyla açıklanabilecek bir durumu ifade etmektedir. İstifa mekanizmasının olmadığı, ihmal ve istismarın cezalandırılmadığı, sorumluluğun sürekli konu dışı unsurlara paslandığı, buna mukabil itiraz eden herkesin derdest edildiği ya da bir şekilde cezalandırıldığı, engellendiği bir tablodan bahsediyoruz. Ve bu tablonun sahipleri hem tüm iktidar bizde olsun, hem kimse bizden hesap sormasın, hem de ne yaparsak yapalım sorumsuz olacağımız bir sisteme geçelim diyorlar. Bunun adı dünyanın her yerinde diktatörlüktür.

Hatırlanacağı üzere 7 Haziran seçim sonuçları, koalisyonlar istikrarsızlık getirir denerek, bir anlamda geçersiz sayılmış ve 1 Kasım seçimleri yapılmıştı. Pekiyi, nerede o istikrar? İstikrar vaat edilen dönemde; askeri darbe girişimi oldu, savaşa girdik, binlerce insanımız öldü-yaralandı, on binlerce insan tutuklandı, yüz binlerce insan işinden-gücünden oldu, ekonomi en soğukkanlı kesimler tarafından dahi pamuk ipliğine bağlı olarak tarif ediliyor, toplum en iyimser ifadeyle birbirine tahammül etmekte zorlanan kamplara bölündü ve daha nicesi… Tekrar edelim, TSK uçaklarının meclisi bombaladığı, görev başındaki polisin yabancı büyükelçi öldürdüğü bir ülkeden bahsediyoruz. Ama devlet ve adına hareket eden, ettiği iddiasında olanlar, Noel Baba ile kafayı bozuyor; önce âleme ibret için biraz linç ettirdiği modacıyı tutukluyor. Gülencilerin ipliğini pazara çıkaran Ahmet Şık’ı, beş yıl sonra, üstelik FETÖ ile mücadeleyi milli dava ilan etmişken, FETÖ’cü diye tutukluyor. Bunlar hayra alamet işler değil. Bu yolu seçen bir devlet ve iktidar için üst akla, iç-dış düşmana gerek yok, kendisi kendine zaten yeter! Sorun ülkeyi de kendileriyle birlikte uçuruma sürüklüyor olmaların da…

Oysa istikrar, adalet, birlik, beraberlik diyen, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletinin ve onun hükümetinin ilk yapacağı iş, vatandaşını insan gibi yaşatmak, onun huzur ve güvenini sağlamak olmalıdır. Asgari ücreti açlık sınırının altında olan bir ülkede, milyonlarca insan aç ve açıktayken, kader birliği yapmış bir toplumdan bahsedilemez. İstatistiklere göre 2017 yılında iki bin işçi iş cinayetlerine kurban gidecek. Fıtrat demeden bu kayıpları engellemek için tüm gücünü seferber etmeyen bir devlet, devlet değildir. Yüzlerce kadının 2017 yılında da erkekler tarafından katledileceğini, binlerce cinsel istismar yaşanacağını biliyoruz. Bunları engellemeyi kendi varlık nedeni olarak görmeyen bir hukuk ve hükümet sistemi, ister parlamenter olsun, ister başkanlık olsun; kaç yazar! Bu ülke bir karar vermek zorunda: Evlatlarımızın ecelleriyle ölecek kadar uzun ve sağlıklı yaşayacakları bir ülke mi, yoksa her eve bir kıyamet gibi düşen kayıplarla mı var olacağız? Türkiye’nin bir beka sorunu olduğunu söyleyenler, ülkeden değil kendilerinden bahsediyorlar. Öyle olmasa ölümü değil hayatı kutsarlar; ölümü değil yaşamı yüceltirlerdi. Biz Türkiye’nin ihtiyacının ne yamalı bohça bir anayasa, ne de kişiye özel müstakil bir sistem olmadığını düşünüyoruz! İhtiyacımız olanın askeri darbe dâhil her tür gericilikten arınmış, sıfırdan, ana ekseni emek olan, laik, demokratik, özgürlükçü bir anayasa olduğuna inanıyoruz; Türkiye için çimentosu emek olan adil ve eşit bir düzen istiyoruz! Ve emin olun, bunu yapabilecek güçteyiz!

Yorumlar kapalıdır.