Anayasa değişikliği ve politikamız

Isırmalar, kırılan burunlar, tekmelemeler, saksı kırmalar, adi sokak kavgası yansımaları, hastanelik edene kadar darp, Gülen hareketi ile bağı malum olanların kendilerini aklamak için soyundukları açık oy verme şarlatanlıkları… Yüz yıl sonra tarih bir kez daha Lenin’in kulaklarını çınlatıyor. Meclis tam da sahiplerine yakışır şekilde Ali Ağaoğlu’nun ve Cengiz’in ahırı gibi görünüyor. Üstelik bunu yalnızca Leninistler değil, meclis yayınının kısıtlanmasına rağmen seksen milyon insan bu şekilde görüyor.

Anayasa değişikliği oylaması tamamlandı. Meclisten açıkça izlenebilen türlü şantajların da etkisi ile geçen referandum önerisi şimdi Cumhurbaşkanı’nın önünde. Güçler ayrılığını sonlandırarak, yasama, yürütme ve yargıyı tek bir kişinin keyfine havale eden paketin en önemli kısımları, ‘Partili Cumhurbaşkanlığı’ düzenlemesi ve yürütme yetkisinin Cumhurbaşkanına verilmesi idi.

Meclisin işi olanca hır gürü arasında sonlandı ve artık ufukta çetin bir referandum süreci bizleri bekliyor. Öte yandan bunca rezilliği bir arada görmek fırsatını bize sunarak meclisten oylamayı geçirmiş olmalarına rağmen Saray yönetimi hiç de ferahlamış bir görüntü sergilemiyor.

İDP olarak işçi düşmanı ve baskıcı tek adam rejimine “Hayır” diyoruz! Başta işçi ve emekçiler, devrimciler olmak üzere tüm Türkiye’nin kaderinin belirleneceği bir süreçten geçiyoruz. Bu yüzden olanca gücümüzü Hayır’ın kazanması ve tek adamın kaybetmesi için seferber etme görevi ile karşı karşıyayız. Yalnızca bununla da yetinemeyiz. Bu kritik momente nasıl sürüklendiğimizi iyi kavramakla da mükellefiz. Çünkü niçin bu halde olduğumuzu anlamadan, sürüklendiğimiz felaketin içinden çıkamayız. Dahası önümüzdeki süreçte bizleri nelerin beklediği üzerine de kafa yormalıyız.

İçinden geçtiğimiz bu sıcak dönemde aklımızdan çıkarmamamız gereken kimi hassas noktaları sentetik olarak da olsa bir kez daha ifade etmeliyiz.

1. Yaşanılan kriz Türkiye’nin tarihsel mirasıdır. İçinde bulunduğumuz kriz, yalnızca Saray yönetiminin açığa çıkardığı yeni bir kriz değil. Türkiye’nin tarihi boyunca cebinde taşıdığı krizlerin tamamı yakın süreç içerisinde ve hep birlikte açığa çıktı. Yakın dönemlerde yapılan, Türkiye alt emperyalist mi oluyor, emperyal bir güce mi evriliyor tartışmalarının tamamı noktalandı. Türkiye tam bir yarısömürge olduğunu açıkça gözler önüne serdi. Ekonominin tamamen dışa bağımlılığı, dünyada krizin yıkıcı etkilerini tam olarak göstermediği bir süreçte politik güvensizliğin tetiklemesi ile birlikte Türkiye ekonomisini çöküşe sürüklüyor. Türkiye, enerji ve teknoloji yoksunluğundan ötürü gelişmiş kapitalist ülkelere bağımlı idi. Her yerli üretimi maliyetli yabancı alımlara bağlı idi. Türkiye burjuvazisinin dünya kapitalistleri ile rekabet gücüne sahip olmayışı sebebi ile Türkiye’de hiçbir zaman işleyen bir burjuva demokrasisi var olamamış, evreleri farklılık göstermekle birlikte kendine özgü baskıcı bir Bonapartizm yaşanmıştı. Bu durum devlet organları içerisinde tükenmez çatışmalara yol açmış, bu politik krizler de burjuvaziyi yine rekabet gücüne sahip olma yetisinden uzaklaştırmıştı. Yani “eski Türkiye”nin vaziyeti yalnızca biz devrimciler ve işçi sınıfı için değil burjuvazi için dahi sürdürülebilir değildi.

2. Anayasa düzenlemesi yalnızca Saray’ın ihtiyaçlarına yanıtlar üretmektedir. Erdoğan liderliğindeki AKP yönetimi emperyalizm, Türkiye burjuvazisinin çeşitli kanatları ve küçük burjuvazisinin çıkarlarını bir potada eriterek bu sürdürülemez durumu değiştirmek vaadi ile iktidara geldi. Ancak geçen zaman içerisinde Erdoğan o kadar çok hesabı verilemez işin içerisine girdi ve özellikle son dönem dış politikasında o kadar çok hata yaptı ki, Saray için sorun bir Türkiye sorunu değil tamamen kendisi için bir varlık ve yokluk sorunu haline döndü. Önerilen dönüşümler Türkiye’de yaşayan hiçbir kesim için çözüm vaat etmemektedir. Yalnızca Saray’ın bekası içindir.

3. Adil bir referandumun sonucu Hayır’ı işaret etmektedir. Bu durum Saray için OHAL’i kaldırılamaz hale getirmektedir. Anayasa oylamalarının meclisten geçmesi için bile türlü baskı ve şantajlar herkesin gözü önünde yapıldı. Vekillere yönelik erken seçim tehdidi, baskılar, tutuklamalar, müebbet hapis istemleri ve dayak… Ancak referandum sürecinin AKP’nin kendi gücü ile değil ancak MHP’nin yardımı ile meclise getirilebildiğini, bunun da AKP adına bir güçsüzlük belirtisi olduğunu unutmamalıyız. AKP güçlü değil, güçsüzdür. İçlerinde en aktif Evet kampanyası yapanlar da, Gülen ile ilişkilendirilmemek için türlü aşırılıklara soyunanlar oluyor. Bu gerilimin halka yansıması ise daha büyük bir tedirginlik oluşturuyor. Saray’ın kitlelerin her türden talebine kulaklarını tıkayıp yeni vergiler icat etmesi, katliamlar karşısında açıkça etkisiz kalması, kitleler ile Saray arasındaki bağı güçsüzleştiriyor. Erdoğan’ın 15 Temmuz sonrasında sırtına aldığı rüzgar ters yönden esmeye başladı. AKP’ye yakınlığı ile bilinen araştırma şirketlerinin dahi referanduma dair yayımladıkları veriler Saray’ın önerdiği dönüşümlerin kitleler tarafından benimsenmediğini gözler önüne seriyor. Ancak değişikliğin geçmesi Saray için bir ölüm kalım meselesi haline geldi. Bu sebeple referandum sürecinin her türlü baskı ve hile ile dolu bir süreç olacağını söyleyebiliriz. OHAL’in kaldırılamayacağını doğrudan Başbakan ve İçişleri Bakanı pek çok kez ifade etti. Hatta İçişleri Bakanı Süleyman Soylu eli yükselterek, Evet geçmezse katliamların yaşanacağını ifade edip kitlelere tehditte bulundu. Soylu kardeşinin çağrısını alan Sedat Peker ise, Hayır diyenleri sokakta karşılayacağını söyledi. Görünen o ki, tek adam yönetimi için OHAL’in olanakları dahi yetersiz kalıyor. Daha büyük şantajlar kullanım için değerlendiriliyor.

4. Saray güçlü değil, güçsüzdür. Tüm bu görüntüler Saray’ın gücünün doruklarında olmadığını, hatta durumun bunun tam tersi olduğunu gösteriyor. Erdoğan yönetimi bugüne değin pek çok kez tökezlemişti. Yardıma ihtiyaç duyduğunda ise gerek Türkiye burjuvazisi, gerek ordu, gerek Gülen hareketi, gerek MHP ve hatta bir önceki referandum sürecinde Kürt siyasi önderliğinden dahi kredi alabilmişti. Ancak şu anda Saray yalnız! Kendi varlığını sorgulatan bir MHP dışında (ki o da yek vücut olarak değil) yanında kimsesi yok ve bir dahaki tökezlemesinde yanında kimseyi bulamayacağını kavramış durumda. Gücündeki sarsılma o kadar açık ki, 15 Temmuz’dan sonra başladığı hiçbir işi bitiremedi. Ne Gülen cemaatinin kökü kazındı, ne HDP’ye yönelik baskılarını tamamlayabildi ne de KHK’ler ile zincirleme şekilde başlattığı baskıları nihayetine ulaştırabildi. Saray iş yapabilme yeteneğinin tabana düştüğü günleri yaşıyor. Dışarıdan bakıldığında anlaşılması zor işler yapıyor. Meclisten geçmesi için bin bir acelecilik gösterilmesine rağmen referandum kararının halen Saray’a gönderilmek üzere onay bekliyor olması dahi kendi hazırlıksızlıklarına yönelik bir işaret. OHAL’in nimetlerinden faydalanmayı AB raporu korkusu ile sınırlamaları, gözaltı sürelerini azaltmaları ve göstermelik denetimler kurmaları da cabası. Normal şartlarda çoktan başlatmaları gereken Evet kampanyasının en güçlü (!) destekçisi ise Rıdvan Dilmen! Yapılan en büyük kampanya Rıdvan’ı AKP sarısı bir kanepeye oturtup alelade bir çekim yapması oldu! Bu süreç içerisinde devletin yönetimini fiilen eline alan Saray’ın beceriksizliğinin bununla sınırlı olduğunu söylemek tabii ki haksızlık olur: Kıbrıs gelişmeleri takip dahi edilemedi, yirmi yıl sonra unutulmuş Kardak krizi canlandı. Suriye’de çözüm ortağı olmak için atılan adımlar boşa çıktı.

5. Sınıfçı bir birlik tek çıkış yoludur. Erdoğan yönetimi Türkiye’nin tüm tarihsel krizlerini aynı anda çağırdı. Bu yüzden çöküş dışında bir burjuva çıkış ihtimali kalmadı. Kitlelerin ihtiyaçlarına yanıtlar üretebilen çözüm ancak proleter bir alternatif olabilir. Bu sebeple Saray’ın baskıcı politikalarına karşı oluşan birliklerin sınıf merkezli olması gerekiyor. Eski Türkiye yıkılmaktadır, yenisini inşa edebilecek burjuva bir dinamik de (darbeler, suikastlar, savaş vb. dışında) görünürde bulunamamaktadır.

6. Kriz emareleri kitleleri ekonomik ve politik bir mücadeleye zorlamaktadır. Türkiye burjuvazisini ciddi endişelere sürükleyen kriz emarelerinin tüm maliyeti işçi ve emekçilere yükleniyor. Özel İstihdam Büroları, zorunlu Bireysel Emeklilik Sistemi, asgari ücrete resmi enflasyonun altında zam ve dolaylı vergilerin ardından kıdem tazminatının kaldırılması, toplu işten çıkarmalar ve iflaslar emeğin önümüzdeki dönemin gündemini oluşturacak. Özellikle KESK’e yönelik ciddi bir baskı içerisinden geçiyoruz. Son olarak da BMİS’e üye metal işçilerinin grevinin yasaklanması ile Saray, patronların emrine amade olduğunu bir kez daha gösterdi. Hem de öyle yandaş patronların falan değil, metal sektörünün devi olan emperyalist şirketlerin! Ancak yasağa direnen emekçiler OHAL koşullarında başlattıkları, üstüne de yasaklanan grevlerini büyük bir kazanım ile sonlandırdılar. Her ne kadar bu zaferin diğer sektörlerde de yaygınlaştırılması için sendikal bürokrasi kılını dahi kıpırdatmasa da işçi sınıfının direniş halindeki kritik mevzilerinin var olduğunu unutmamalı, önümüzdeki dönemde bu direnişleri dikkatle takip etmeli, savunmalıyız. Aynı zamanda kriz karşısındaki taleplerimize de ağırlık vermeliyiz. İşten çıkarmaların yasaklanması, bankaların kamulaştırılması, dış borç ödemesine son gibi taleplerimiz daha keskin ihtiyaçlar haline geliyor. Dahası bu taleplerin kitleler tarafından da gerçekçi karşılanacağı bir süreç yaklaşmaktadır. Önümüzdeki süreçte gençlik, kamu çalışanları, ofis çalışanları, metal, enerji ve inşaat sektörü kriz emarelerinin etkilerini ilk yaşayacak sektörler olarak karşımızda duracak.

7. Sınıfçı bir çıkış arayan devrimciler bir araya gelmelidir. Referandumda İDP olarak öz gücümüz ile sınıf eksenli bir birliği yaratabileceğimize dair hayaller kurmuyoruz. Ancak tek çıkışın sınıfçı bir birlik olduğunu ifade ediyoruz ve bunu ifade eden başka devrimci gruplarla bir araya gelmek gibi bir görevle de karşı karşıyayız. Asgari temellerde buluşulan sınıfçı bir Hayır çalışması, sınıf içerisinde her birimizin gücünün ötesinde bir eğilim yaratma şansı sunacaktır. Bunun için tüm zeminler; vakitsizlik, gücün kısıtlılığı ve başka konulardaki ayrılık gibi mazeretlere teslim olmadan zorlanmalıdır.

8. En geniş Hayır kampanyalarının içinde yer alınmalıdır. Referandum süreci, tüm baskılara rağmen kitlelere dönük çalışma yapmanın kimi olanaklarını da yanında bulunduracak görüntüsü veriyor. Böylesine kritik bir dönemde en geniş Hayır kampanyalarının içerisinde yer almalı, ortak çalışmalardan kaçınılmamalıdır. Elbette ki, diğer burjuva ve küçük burjuva partilerinin Hayır çağrısı ile bizim Hayır çağrımız arasında büyük bir fark var. Ancak Hayır çalışması sürdüren dostlarımız ve emekçi kardeşlerimize ancak bir arada bulunursak emekten yana bir çıkıştan bahsedebiliriz. Sınıf eksenli bir çalışmanın vurgusunu yapabilmek için Referandumda kendi propagandamızı, Kürt halkının haklı taleplerini içeren gerçek bir demokrasinin tesis edilmesi, emperyalizmden kopuş ve emeğin savunusu için barajsız bir seçim ile bir kurucu meclisin kurulması çağrısına yönlendirmeliyiz.

9. Olasılıklar

i. Hayır çıkarsa ne olur? Yaptıkları yapacaklarının teminatıdır. Saray nasıl ki 7 Haziran seçimlerini tanınmadıysa seçim sonuçlarının üzerinden atlayarak mutlaka yeni bir çıkış deneyecektir. Erken seçim, baskı, şantaj ve savaş tehditleri… Bu yöntem Saray ve ahalisi için kesin bir yöntem olarak dursa da, bu kez çok yalnız olduklarını ve bu yenilgilerini eski yenilgileri gibi çeşitli kliklerden destek alarak atlatamayacaklarını görebiliriz. Hayır sonucunun çıkması Saray yönetimi için üzerinden kolayca sıçrayamayacağı bir yenilgi anlamına gelecektir. Dahası toplumsal muhalefetin doğru bir siyasal hat temelinde yeniden örgütlenebilmesi için verimli bir zemin de oluşturabilir.

ii. Evet çıkarsa ne olur? Yapamadıkları yapamayacaklarının teminatıdır. Bunca karışıklık ve nesnel engelin etrafında Saray’ın ebedi bir düzen tesis edebilmesi oldukça zor görünüyor. Evet çıkması dahi Saray yönetimini uzun vadede huzura kavuşturamaz. Evet’in çıkması kadar, ne şekilde ve oranda çıkacağı da belirleyici olacak. Kıl payı kazanılmış bir Evet kampanyası bizlere Saray’ın rıza üretme yeteneğinin daha da hızlı bir şekilde aşınacağını gösterecek. Ekonomik kriz, dış ilişkiler, Kürt sorunu ve yalnızlık sorunlarının tamamı sopa ile çözülemez. Çözüm üretme yetisinden yoksun olan Saray, yeni sorunlara doğru hızlı adımlar atmayı sürdürecektir. Ancak Evet’in çıkması tahrip gücünün artması sonucunu doğurabilir. Hikayenin sonu değişmese de Evet’in çıkması halinde tek adam yönetiminin kitlelere çektireceği acı katlanarak artacaktır. Toplumsal muhalefete yönelen şiddetin artması, sendikalaşmanın zorlaşması, krizin tüm maliyetinin kitlelere yıkılması ve daha nice yıkımlar… Saray karşıtı toplumsal muhalefet ise Saray’a alternatif bir çıkışı üretemediği ölçüde rejimin başka baskı araçları altında ezilmeye mahkum olacaktır.

Yorumlar kapalıdır.