Sendikaların önemi

Günümüzde sendikalaşma oranı yüzde 10 civarında. Çok az emekçi daha iyi çalışma koşulları, yaşanabilir ücret, iş güvencesi ve iş güvenliği haklarını işverenlerin çıkarları karşısında savunan sınıf örgütlerine mensup.

Bunun elbette çeşitli sebepleri var. Günümüzde özellikle de bizim gibi baskıcı rejimler altındaki sendikaların devlete her zamankinden daha bağımlı kılınması ve sendika bürokrasisi karşısında sendika demokrasisinin zayıflaması bunun zeminini oluşturuyor. Sendikal faaliyetlerinin sınırlandırılması ve sendikalılaşmanın birçok örnekte fiilen suç sayılması ise tarif ettiğimiz bu zeminde kaçınılmaz olarak sendikal örgütlülüğün azalmasına sebep oluyor. Üstelik OHAL rejimi ve KHK’ler altında bu sınırlandırma oldukça ileri boyutlara taşınmış durumda.

Ankara Valiliğinin 1 Mayıs için başvuruda bulunan sendika ve meslek örgütlerinin taleplerini amaç dışı faaliyet olarak nitelendirip reddetmesi bunun oldukça mizahi bir örneği değil mi? Sadece bununla da sınırlı değil. Recep Tayyip Erdoğan’ın grev ve OHAL arasındaki muazzam denklemi açıkladığı şu sözleri de unutmamak gerek: “Bir tane fabrikada grev söz konusu mu? Böyle bir şeyde biz anında müdahale ediyoruz. Ve OHAL anında bir çözüm kaynağı oluyor.”

Özetle, sendikaların amaçları ve sınırları rejimin sözcüleri tarafından yeniden tanımlanmış ve en önemli mücadele aracı olan grev hakkı fiilen işçi sınıfının elinden alınmış durumda.

Ancak rejim, aldıkları karşısında önemli bir gerçeği işçi ve emekçilere kendi elleriyle sunuyor: sınıfın örgütlülüğü karşısında duyduğu korku ve telaşı. Ekonomik gidişatın endişe verici olduğu bu durumun erken seçim kararını etkileyen en önemli neden olduğu hepimizin malumu. En az bunun kadar iyi bildiğimiz şey ise bu gidişatın hesabının işçi ve emekçilere kesilecek olduğu…

Bu noktada örgütlülüğün, zayıflıklarına rağmen işçi sınıfının en örgütlü kesimini temsil eden sendikaların rolünün yeniden hatırlanması gelecek günlerin sunacağı olasılık ve olanaklar açısından büyük önem taşıyor.

Unutmamak gerekir ki kitle seferberlikleri bir kez başladığında DİSK ve hatta Türk-İş’in kendisini, Tunus’ta Genel İşçi Sendikası UGTT’nin üstlenmek durumunda kaldığı görevlerle karşı karşıya bulmaması için hiçbir sebep yok. Sadece Tunus’ta da değil, Bolivya’da, Polonya’da, Türkiye’de sendikaların benzer rolleri üstlendiği süreçler yaşandı.
Çünkü çağımızda sendikalar işçilere boyun eğdirmenin bir aracı olarak iktidarlar tarafından kullanılmaya çalışılsa da işçi sınıfının devrimci mücadelesinin araçları haline gelebilmeleri de bir o kadar mümkün.

Bu açıdan, DİSK’in “emeğin demokrasi seferberliği” çağrısı rejimin yarattığı politik ve ekonomik kriz karşısında oldukça önemli bir cevap. Türkiye işçi ve emekçileri için ekmek ve demokrasi mücadelesi arasındaki bağın her zamankinden çok daha berrak olduğu bu günlerde bu seferberlik çağrısını 24 Haziran’a, Tek Adam rejiminden çıkış için egemen ve bağımsız bir kurucu meclis tarafından hazırlanacak yeni bir anayasa talebine taşıyabilmek ise bugün sendikaların en önemli görevi olmayı sürdürüyor.

Yorumlar kapalıdır.