Kim korkar sendikalaşmaktan – II

Geçen ayki yazımızda, sendikalaşmanın çoğunlukla öncü işçilerin işten atılmalarıyla ve adliye kapılarında biten bir kısırdöngü halini aldığını anlatmıştık. Tabii bu durum özellikle işçilerin kendi haklarını koruyacağına ve geliştireceğine inandıkları DİSK ve benzeri ilerici sendikalar için böyle. Yoksa, bizzat işverenin işçileri kontrol etmesi için çağırdığı Hak-İş ve Türk-İş’e bağlı başka sendikalar da var. Onlar zaten sendikacılıktan çok patron ajanlığı yapıyorlar. Onların içinde ne yapılabilir sorusunu başka bir yazımızda ele alacağız.

Burada emekten yana olduğunu iddia eden sendikaların üzerinde duracağız. Önce hemen söyleyelim: Bu sendikalarda örgütlenmeye çalışan işçilerin ve o sendikalarda görev yapan çoğu elemanın samimiyetinden şüphe etmiyoruz. Ama ortada çok nesnel bir durum var: Bu sendikalar ve sendikacılar kapitalizmin doğasından kaynaklanan politik ve sosyal basıncın altındalar. Onlar sendikada çalışıyorlar ve oradan geçiniyorlar. İşlerini kaybetmemek için sendikanın ayakta kalması, var olmaya devam etmesi gerekir. Bu nedenle de sendikayı bir şirket mantığıyla yönetmeye doğru itiliyorlar.

Örneğin, çoğu kez küçük bir işyerini örgütlemek için harcanacak emek ve para ile o işyerindeki işçilerden gelecek aidat ücretlerini karşılaştırıyorlar. Bu nedenle de genellikle küçük olarak gördükleri işyerlerini örgütlemeye kalkışmıyorlar. Ya da işçilere “siz bir örgütlenin, sonra bakarız” diyerek işi başlarından savıyorlar. Bu yüzden, bu tip işyerlerinde çalışan milyonlarca işçi sendikasızlığa mahkûm kalıyor.

Bir başka örnek, sendikacıların grevi pek “sevmemeleri”. Grevlere, işçilerin sınıf bilincini geliştiren okullar olmaktan çok getiri-götürü hesabıyla yaklaşıyorlar. Bu da onları patronların önerilerine yaklaşarak işçilerin taleplerinden uzaklaşmaya doğru itiyor.

İşte bu şekilde sendikacıların koltuklarına yapışmalarına, onların ve böylece sendikanın bürokratlaşması diyoruz. Tabii henüz fabrikada çalışmakta olup da sendikaya atlamaya, bürokrat olmaya gönüllü temsilciler veya öncü işçiler de olabiliyor.

Bu tip bürokratlar ve bürokratik sendikalar da en başta değindiğimiz sendikalaşma başarısızlığının önde gelen nedenlerinden birisi. Sendikalaşmayı başarıya ulaştırmak ve sendikaları işçiler için gerçek birer sınıf mücadelesi örgütü haline döndürebilmek için, bu bürokratları ve bürokratlaşmayı engellemek, geriletmek ve yok etmek zorundayız.

Bunun yolu, işyerlerinde mücadeleden ve sendikalarda işçi demokrasisinin kurulmasından ve yaygınlaştırılmasından geçiyor. Bunu şöyle izah edebiliriz: Gerek sendikalaşma aşamasında, gerekse de sendikayı işyerine soktuktan sonra, görevleri yerine getirecek temsilcilerin her aşamada, mücadeleye katılan işçiler tarafından oylamayla seçilmeleri gerekir. Ve tabii bu temsilciler her an gene işçilerin oylarıyla geri alınabilir olmalıdır. Sendikacıların gelişigüzel atamaları kabul edilmemelidir.

Sendika yöneticileri de normal kongre dönemlerini beklemeden geri çağrılabilir olmalıdır. Bir sendikacının sendikadaki ayrıcalıklarını kaybedip işyerine geri dönmeye direnmesi, onun bürokratlaşmasının en önemli nedenidir. Aynı şekilde, sendika profesyonellerinin ücreti de o işkolundaki en yüksek işçi ücretinin üzerinde olmamalıdır.

Bütün bunlar, sendikal mücadelenin gayet bilinçli olarak, fırsatçıların ve bürokratların eline bırakılmadan sürdürülmesi gerektiğine işaret ediyor. Gelecek yazımızda, bürokratlara takılmadan nasıl başarılı bir sendikal örgütlenme yapılabilir meselesine geri döneceğiz.

Yorumlar kapalıdır.