SEKA ve TÜRK TELEKOM neden özelleştirilmişti?
‘80 sonrası neoliberal ekonomi programının temel dayanaklarından biri özelleştirmeler oldu.
Özelleştirmeleri destekleyenlerin ortak vurgusu daima kârdı. Amaç, zarar ettiği iddia edilen fabrikaların kârlılığının artırılması ve aynı zamanda devletin üzerindeki ekonomik yükün azaltılması olarak gösterildi.
Tartışmasız bir şekilde AKP hükümeti neoliberal karşıdevrim programının en sadık ve başarılı uygulayıcılarından biri oldu. Türkiye’deki özelleştirmelerin yüzde 88’i AKP döneminde gerçekleşti.
DİSK’in hazırladığı AKP Döneminde EMEK adlı rapora göre “1986-2002 döneminde toplam 8 milyar dolarlık özelleştirme gerçekleştirilirken, 2003-2016 döneminde 60 milyar dolara yakın özelleştirme gerçekleştirildi. 1986’dan bugüne kadar 220’den fazla kamu kuruluşu satıldı. 1986 yılından bugüne kadar gerçekleştirilen özelleştirme uygulamalarının toplam tutarı 68,4 milyar dolar düzeyinde. Sadece mal üreten kamu işletmeleri değil kamu hizmeti üretimi de özelleştirildi.”
Satılan 220’den fazla kamu kuruluşunun arasında Sümerbank, Tekel, TÜPRAŞ, İsdemir, Kardemir, Eti Maden işletmeleri, Petkim, çimento fabrikaları, şeker fabrikaları ve dahası var…
Son günlerde yeniden gündeme gelen iki örnek ise bu özelleştirmelerin arka yüzünü açıkça ortaya koyuyor.
İlk örnek, SEKA’nın özelleştirilmesi.
Türkiye’nin kâğıt üretici konumdan kâğıt ithalatçısı konumuna gelmesinin ve bugünkü kâğıt krizinin ana sebebi.
1936’da Türkiye’de kâğıt sanayiinde yatırım ve planlamalar yapmak üzere kurulan SEKA (Türkiye Selüloz ve Kağıt Fabrikaları AŞ) 1998 yılında özelleştirme kapsamına alınıp anonim şirkete dönüştürüldü ve 2005 yılında Sümer Holding ile birleştirilerek kapatıldı.
O zaman da hedef kârlılık idi.
Ancak gelin görün ki fabrikalar hem ederinin çok altına peşkeş çekildi hem de üç fabrikada da (İzmit, Balıkesir, Giresun) üretim durdu. Bugün gelinen aşamaya baktığımızda İzmit’teki fabrika müze, Giresun’daki fabrika TOKİ konut alanı oldu. 2018 yılında tekrar açılacağı belirtilen Balıkesir fabrikasında ise halen bir faaliyet söz konusu değil.
Sonuç ne mi oldu?
Belli ki özel sermaye selüloz üretiminin kendisi için pek kârlı olmayacağına kanaat getirdi. Sermayedarın eline geçtiğinde kâğıt artık bir ihtiyaç değil bir meta idi ve yeterince kârlı değilse Türkiye’deki tüm üretimi durdurma pahasına vazgeçilebilirdi.
Türkiye’de kâğıt üretimi bitti, ithalatı başladı. Bugün kur artışları ve stokçuluk nedeniyle kâğıt alımı zorlaştığı için de basın-yayın faaliyetleri durma noktasına geldi.
Bir diğer örnek ise TÜRK TELEKOM’un özelleştirilmesi…
2005 yılında özelleştirildiğinde Türk Telekom, Türkiye tarihinin en büyük ve en önemli özelleştirmelerinden biri olarak lanse edildi.
Şirketin hisselerinin yüzde 55’i 6,5 milyar dolar karşılığında Lübnan firması Oger Telecom’a devredildi. Oger Telecom ise ihale bedelinin yüzde 20’sini peşin ödedi. 2007 yılında ise 4,3 milyar dolarlık kredi alarak, kalan borcunu kapatıp hisselerin sahibi oldu. Ancak bu sefer bankalara kredi borçlarını ödeyemedi. Bunun üzerine geçtiğimiz ay kreditör bankalar Akbank, Garanti Bankası ve İş Bankası teminat hisselerini devraldı ve Türk Telekom’un çoğunluğuna sahip oldu.
Diğer yandan özelleştirme sonrasında işçi sayısı düzenli olarak azaldı ve geçtiğimiz Nisan ayında tensikat iddiaları yeniden gündeme geldi.
Özelleştirmelere neden karşı olduğumuzu çokça anlattık, anlatıyoruz.
Ancak hiçbir anlatı, özelleştirmenin nedenlerini ve sonuçlarını bu iki örnekteki kadar yalın ortaya koyamazdı.
Öncelikle, açıkça görülüyor ki özelleştirmeler iddia edildiği gibi devletin masraflarının azaltılması, kaliteli ve hızlı hizmet sağlanması ya da zarar edenlerin kamuya yük olmaktan çıkarılması amacıyla yapılmamaktadır. Tersine, özelleştirmeler sonucu kamu malları bir avuç sermayedarın mülkiyetine sunulmakta, üretimin devamlılığı onların inisiyatifine bırakılmakta ve sonuçları daha fazla işsizlik, yoksulluk ve örgütsüzlük olmaktadır.
Üstelik ederinin çok altına belli sermaye gruplarına bırakılan bu işletmelerin iddia edildiği gibi devlet için kârlı bir işlem olmanın çok uzağında olduğu görülmektedir.
Ancak söz konusu özelleştirmeler olduğunda mesele zaten kâr ve zararın ötesindedir. Çünkü özelleştirmeler ekonomik bir zorunluluğu değil, politik bir tercihi ifade eder. Ve bu tercih bir avuç sermayedarın kâr hırslarına göre belirlenemez.
Bu nedenle ihtiyaç odaklı bir üretim ve hizmet için özelleştirilmelerin durdurulmasını ve özelleştirilen işletmelerin işçi denetiminde yeniden kamulaştırılmasını talep etmeliyiz.
Yorumlar kapalıdır.