Bedel ödeyenler ve fırsata çevirenler…

Murat Ülker, Erman Ilıcak, Hüsnü Özyeğin, Rahmi Koç, Ferit Şahenk… Bu isimleri muhakkak tanıyorsunuz… Peki, en önemli ortak özellikleri ne biliyor musunuz? Hepsi aynı listenin bileşenleri… 2018’e Türkiye’nin en zenginleri olarak girdiler.

Benzer bir başka listenin bileşenleri ise TÜPRAŞ, FORD, TOYOTA, TOFAŞ… Bu şirketler de 2018’e girerken Türkiye’nin 500 büyük sanayi kuruluşu araştırmasında ilk 4’te yer alıyorlardı.

İşte 2018’in o zor günleri kapımızı çaldığında aynı gemiyi paylaştığımız kişi ve şirketler!..

Krize karşı topyekûn mücadele sürecine girdiğimizde “aynı gemide” olduğumuz bu kişi ve kurumlar nasıl fedakârlıklar yaptılar, hatırlayabiliyor musunuz?

Mesela, herhangi biri kazancından veya kârından fedakârlık yaptı mı?

Duymadık, bizim duyabildiklerimiz daha çok borç yapılandırma talepleri, vergi borcu yapılandırmaları ve/veya indirimleri, sermayenin/varlıkların yurtdışına aktarılması gibi örnekler oldu.

TOFAŞ’ta üretime ara verilmesi, TÜPRAŞ’ta vardiya sisteminin işçilerin aleyhine değiştirilmesi, birçok şirkette işçi çıkartma vb. örnekler de karşımıza çıktı.

Yani, bu isimler, en’ler listelerindeki yerlerini kaybetmemek için ellerinden geleni yaptılar.

Böylece, krizle mücadelenin “topyekûn mücadele” olarak lanse edilen ilk dönemi topyekûn işçi ve emekçilerin omzuna yüklenmiş oldu.

Çünkü topyekûn mücadelede emekçilerin payına düşen fedakârlıktı. Fedakârlıkla anlatılmak istenen ise açıktı: Daha çok çalış, daha az harca…

Gelir azaldı, ekmek küçüldü, kemer sıkıldı…

Ancak buna rağmen, işverenler kârlarını korumayı hatta artırmayı başarabildi.

Bunun en fütursuz örneği ise marketler oldu… Son bir yıldaki TL değer kaybı yüzde 40’lardayken, market ürünlerindeki son bir yıllık zam ortalaması yüzde 70’leri buldu. İşte mücadelenin tarafları, işte krizin bedelini ödeyenler ile onu fırsata çevirenler!

Şimdi ise devletin krizle mücadelesinde “müjdeler” olarak lanse edilen ikinci döneme girmiş bulunuyoruz. İlk dönem fedakârlığın tümünü işçi ve emekçiler yapınca, beklenti de artık müjdeyi hak ettiğimiz oluyor haliyle…

Oysa “müjde”nin teşvikler, vergi indirimleri, imtiyazlar yolu ile yine emekçiden çok sermaye sahipleri ile bankaları sevindirdiği apaçık… Ekonomik durgunluğun hızla arttığı, ekonomiye güvenin ise çoktan yitirildiği günlerde, devlet bir çeşit garantörlük görevi üstlenerek sermayeyi rahatlatma derdinde.

Çünkü defalarca ifade ettiğimiz gibi, krizin bedelini kimin ödeyeceği politik bir tercihtir. Ve rejimin bu konudaki politik tercihleri en başından beri açık. Bu tercihler, ücretleri yüzde 50’ye yakın değer kaybetmiş emekçilerin, işveren ücretlerde yüzde 25 zammın altından nasıl kalkacak diye düşünüp, işinin devamlılığı için kaygı duymasını istiyor.

Emekçiler, bedelini yerel seçimler sonrası çok daha fazla ödeyecekleri bariz olan bu politik tercihi, bu ekonomik ve sosyal yıkımı reddetmek, bunun karşısına kendi politik cevaplarını sunabilmek zorundalar.

Yorumlar kapalıdır.