Silah sanayisi ve yaratılan düşmanlar
Türkiye’nin içinde bulunduğu iktisadi kriz ve açmazlar derinleştikçe rejim, sıcak para girişi ve teknolojik yatırımlar için kâr marjı yüksek olan silah sanayisine daha fazla yöneliyor. Yapılan yatırımlar artarken devlet eliyle verilen teşviklerle ülkedeki sermaye grupları için kârlı bir alan açılıyor. Bununla birlikte işçiler ve emekçiler üzerindeki sağcı ve popülist politikaların sürdürülebilmesi için de bir zemin oluşuyor.
Bu artışı, savunmaya ve silaha harcanan paralardan görebiliriz. 2019’da savunma ve güvenliğe ayrılan bütçe 102,8 milyar TL iken 2020 için bu sayı 141,1 milyar TL’ye çıkartıldı. Bu harcama 1 trilyon 95,5 milyar TL’lik 2020 bütçesi içinde yüzde 12,8’lik bir orana tekabül etmekte. Savunma bütçelerinin aslan payını 53 milyar TL ile Milli Savunma Bakanlığı (MSB) aldı. MSB’nin bir önceki bütçesi 46 milyar TL idi. Böylece bir yıllık MSB bütçesindeki artış yüzde 15 oldu.
Türkiye’nin silah sanayisindeki ve savunma bütçelerindeki ilerleme ve bu sektörlerin devlet eliyle palazlanması, rejimin gidişatına bağlı olarak ilerliyor. Sanayi üretiminin ve inşaatın küçüldüğü bu dönemde eldeki en kârlı yatırım her zaman kâr getiren silah sanayisi olarak görülüyor. Devlet, milyarlarca lirayı hem ülke içindeki popülist politikaların bir aracı olarak hem de uluslararası politikada pazarlık konusu (S-400) olarak harcıyor.
Türkiye’nin emperyalizme bağımlılığı silah sanayisinde de hissediliyor. 2017’den 2018’e savunmada ithalat yüzde 59 artış göstermiş. Buna bağlı olarak ihracat gelirlerinde de yüzde 20’lik bir artış var. İthalatın yüzde 41,8’i ABD’den, yüzde 50,6’sı Avrupa’dan yapılmış. Özellikle teknoloji alanında Almanya ve ABD ile ticari ilişkiler kesilirse bundan tüm ülkenin ekonomisi etkileneceği gibi en yüksek darbeyi silah sanayisi görecek. Bu durum Türkiye’nin teknoloji ve temel ekipmanları dışarıdan aldığını ve montajlarını ülke içinde yaptığını gösteriyor. Üretilen tank ve helikopter gibi temel ekipmanlarda yerli ve milli söyleminin altında dışa bağımlılık gerçeği saklanmak isteniyor. Ülkedeki silah sanayisi gelişiminin dünya silah ticaretindeki büyümeye ve silahlanmadaki artışa bağlı olduğu gerçeğini de göz ardı edemeyiz.
Silahlanma politikası ise maceracı dış politika ve emperyalizmle sözde sürtüşmelerle kılıflandırılıyor. Dört tarafımız düşmanlarla çevrili algısı sistematik bir şekilde sürdürülmeye çalışılmakta. Bu sayede hem iç politikada işçilerin birliği engellenerek onlara zor ekonomik zamanlarda devlet için, içinde bulundukları koşullara tahammül etmeleri telkin ediliyor; hem de dış politikada Suriye ve Doğu Akdeniz gerginlikleriyle yaratılan düşman algısıyla içte rejim sağlamlaştırılmaya çalışılıyor. Bunlar birbirini besleyen ve birbirinden ayrılmayan politikalar olarak okunmalıdır.
Türkiye, ithalata ve dışarıdan gelecek sermayeye bağlı iktisadi politikadan vazgeçmiyor. Bu ortamda, silah sanayisinin yanı sıra, Kanal İstanbul gibi inşaat sektörünü canlandırmaya dönük çevresel yıkım planları yapılıyor. Üstelik tüm bunlar devlet garantili özel fonlarla gerçekleştiriliyor. Ülkenin emekçilerinden toplanan her şey, sermayenin kârlılığını arttırmaya ya da zararını kapatmaya dönük işletiliyor. Silah sanayisindeki model de aynı şekilde ilerliyor. Sadece bu kuşağın değil gelecek kuşakların da borç yükü altında bırakılması pahasına kendi yarattıkları yıkımı yine kendi yarattıkları sanal düşmanları göstererek işçi ve emekçilere ödetme planı içindeler. Biz diyoruz ki silaha harcanan milyarlarca lirayla ülkenin tüm altyapı, sağlık ve eğitim sorunları kolaylıkla çözülebilir. Buna dönük iktisadi politikalar ise ancak bir işçi-emekçi hükümeti tarafından hayata geçirilebilir.
Yorumlar kapalıdır.