Çoklu baro rejimi ve savunmanın direnişi üzerine

Baro başkanlarının Ankara girişinde durdurulup tartaklandığı; gündüzü güneşin, geceyi yağmurun altında geçiren avukatların tuvaletini kullandıkları işletmeye ceza kesildiği, baro başkanlarının şantiye şefleri tarafından “işçilerin dikkatini dağıttıkları için” azarlandıkları utanç verici görüntülere hep birlikte tanık olduk. Savunmanın tüm itirazlarına rağmen Meclis Komisyonu, Çoklu Baro Tasarısı’nı görüşmeye başladı. Meclis önünde bekleyen baro başkanlarının komisyon görüşmelerini izleme talebi kabul edilmedi. Bunun yerine Komisyon Başkanlığınca beş baro başkanına toplam 15 dakika söz hakkı verme teklif edildi. Baro başkanları ise üçer dakikalık söz hakkı yerine meclis önündeki eylemleriyle direnişi sürdürmeye karar verdiler.

Bastırılan muhalif seslerin gölgesinde ve kapalı kapılar ardında korkakça yürütülen süreç hızlandı ve aynı gün tasarının ilk beş maddesi kabul edildi.

Nedir bu çoklu baro rejimi?

Çoklu baro rejimini AKP’nin iktidarı boyunca yetki ve inisiyatifi ele geçiremediği tüm alanlarda uyguladığı böl-yönet stratejisinin bir parçası olarak tarif edebiliriz. Baroların kuruluş ve seçim usullerini yeniden düzenleyen bu tasarıyla, 5 binden fazla avukat bulunan illerde en az 2 bin avukatın üye olması şartıyla birden çok baronun kurulmasının önü açılacak. Üye sayısı 5 bini aşan illerin yalnızca İstanbul, Ankara ve İzmir olduğu düşünüldüğünde, tasarının özellikle bu üç ildeki baro yapısını hedef aldığı anlaşılıyor. Baroların çoğulcu hale getirilmesi iddiasıyla Türkiye Barolar Birliği’nde (TBB) genel kurul yapısı her 300 avukata 1 delege yerine, her 5000 avukata 1 delege düşecek biçimde değiştiriliyor.

Bu değişikliği, bütün meslek kuruluşlarına dönük saldırı ihtiyacının bir devamı olarak okumak gerekiyor. Hatta aslında bu saldırı planının ilk ayağını 12 Eylül 2011’de yapılan Anayasa referandumuna eklenen madde ile “işçilerin birden çok sendikaya üye olabilmelerini” öngören ve bu şekilde sendikaların işkolunda yetki almasını zorlaştıran yasa değişikliğiyle başlatabiliriz. Türk-İş gibi kendisine yakın sendikalar aracılığıyla sağlanabilmiş ittifaklı kontrol Saray’ın iktidarını tam tatmin etmemiş olacak ki aynı işkolunda 50-60 kişilik sendikalar kurarak sınıfın bir araya gelmesini daha da zorlaştırmıştı. Devamında gazeteciler, tabipler ve mimar ve mühendislerin meslek örgütlerine karşı da benzer saldırı planlarını peyda etmişti.

Bugün Ankara’da baro başkan ve üyelerine karşı yapılan kepazelik de anlık bir tercih değil, toplumsal muhalefete ve meslek örgütlerine dönük uzun erimli bir saldırı planının parçasıdır. Nitekim bugünün tohumlarının aslında Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde ekildiğini Devlet Denetleme Kurulu (DDK) tarafından yayımlanan Araştırma ve İnceleme Raporu’ndan görebiliriz. Bu raporda; meslek örgütlerinin sivil toplum kuruluşu haline dönüşmesinin sakıncaları, meslek kuruluşlarının kendilerine tanınan idari ve mali özerkliği sınırsız bir bağımsızlık olarak algılayarak ideolojik/politik organizasyonlar gibi hareket etmeleri eleştirilmekte ve kullanılacak oylarla çoğunluğu alanın tüm listesinin seçilmesi yerine, milletvekili seçimlerine benzer şekilde gruplara aldıkları oy oranında temsil imkanı tanınması (nispi temsil sistemi) gibi uygulamalar önerilmişti.

Dolayısıyla, baroların çoğulcu hale getirilmesi bahanesiyle dayatılan bu sistemin amacının, iktidar karşıtlığıyla bilinen bu üç baroya alternatif baroların kurulmasını sağlayarak bunların temsil gücünü azaltmak, TBB’deki ağırlığını kırmak ve bu yolla toplumsal muhalefeti tamamen susturma yolunda önemli bir mevzi elde etmek olduğu açıktır. Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı’nın homofobik açıklamasına tepki göstermesi üzerine tasarının gündeme gelmesi bile iktidarın amacının farklı sesleri yok etmek olduğunu gösteriyor.

Çoklu baro rejimi sadece avukatları ilgilendiren bir plan değildir

Çoklu baro rejimi pek tabii öncelikle avukatların mesleki ve özlük haklarını neoliberal politikalar aracılığıyla gasp etme gayretiyle “rekabet gücü”, “çoğulculuk” gibi kapitalizmin favori kavramlarıyla baroları bir pazaryeri haline getirme hamlesidir.

Ancak bu hamle hukuki güvenliğin kalmadığı, “adil yargılanma hakkı” gibi en temel hukuk ilkelerinin dahi çiğnendiği, insanların herhangi bir delil gösterilmeden yıllarca hapiste tutulduğu günümüz Türkiye’sinde sadece avukatları ilgilendirmemektedir. Barolara yapılan saldırı aynı zamanda halkın hak arama özgürlüğü ve hukuk güvenliğine de yapılmaktadır. Çoklu baro rejiminin barolara hâlihazırda katacağı hiçbir şey olmadığı gibi, kaybettireceği sadece avukatlar ve avukatlık mesleği değil, toplumsal muhalefetin ve sınıfın kazanımlara dönük olduğu için savunma hattını birlikte örmek elzemdir. Bu saldırıyı sadece baro başkanlarının durdurması mümkün değildir. Başta “birden fazla sendika özgürlüğü” kepazeliğiyle beli bükülmüş sendikalar ve her adımda terörist ilan edilen TMMOB, TTB gibi meslek örgütleriyle birlikte ortak bir mücadelenin örgütlenmesi, tüm işçi ve emekçi örgütlerinin bağımsız bir sınıf politikası ekseninde iktidarın antidemokratik politikalarına ısrarlı bir biçimde karşı çıkmaları hayati önemdedir.

Yorumlar kapalıdır.