Suriye: Karşıdevrim, yaptırımlar, sosyal ve ekonomik çöküş…

Suriye’de 2011 yılında sosyal ve ekonomik adalet ile özgürlük talepleriyle diktatör Esad rejimine karşı başlayan halk seferberliği, aradan geçen dokuz yılın ardından, bu mücadeleyi ezmek için sürdürülen karşıdevrimci savaş sonucunda, Suriyeli emekçileri derin bir sosyal ve ekonomik krizin içerisine sürüklemiş vaziyette.

2008 dünya ekonomik krizi başlamadan, 2007 yılında ülke nüfusunun yüzde 37’si yoksulluk sınırının altında yaşarken, bugün bu oran yüzde 90’a yaklaşmış durumda. 9,3 milyon Suriyeli gıda yardımına muhtaçken, 1,4 milyon ise kıtlık tehlikesi ile karşı karşıya. 2010 yılı ile 2020 Mayıs ayı verileri karşılaştırıldığında, emekçi halkın alım gücü yüzde 93 gibi trajik bir düşüş yaşamış. Yine aynı zaman aralığında, temel gıda maddeleri ve meşrubat fiyatları 32,5 katına, temel mallar ve hizmetlerin fiyatları ise 27 katına çıkmış durumda. Bunlara ek olarak Suriyeli emekçi halkların buğday ve ilaç gibi temel ihtiyaç kalemlerine erişiminde ciddi noksanlar mevcut ve bu süreç tüm dünyada etkisini artırarak devam eden COVID-19 salgını ile birleşmiş vaziyette.

Peki bu tablonun sorumlusu kim?  

Ülkede bu yıkım koşullarının oluşmasının temel sorumlusu diktatör Esad rejimi. İktidara geldiği dönemden itibaren ülke kaynaklarını ailesinin ve kendisine yakın oligarşik çevrelerin hizmetine sunan, kayırmacılığın ve yolsuzluğun önünü açan rejim. Keza 2011 yılında seferber olan kitlelerin sorgulamakta olduğu temel meseleler de rejimin antidemokratik karakteri ve emekçilerin ekonomik alandaki yoksunluklarıydı.

Ancak 2011 yılında tüm bölgeyi etkisi altına alan devrimci ayaklanmaların önünü kesebilmek adına Suriye, karşıdevrimin önemli bir ayağı oldu. Esad rejimi ve onu destekleyen İran ve Rusya, Türkiye gibi bölge ülkeleri, radikal İslamcılar ve emperyalizm, farklı bölgesel çıkarları olsa da kitle eylemlerini ezmek temel hedefi doğrultusunda Suriyeli emekçilere dönük karşıdevrimci bir savaş yürüttüler.

Dokuz yılı aşkın bir süredir devam eden bu savaşın bilançosu da yukarıda özetlediğimiz şekilde. Ne emperyalizm ne de bölge ülkeleri bu savaş nedeniyle kârlarını azalttı; tersine artırdı. Aynı şekilde Esad rejimi ve onun dayanağı olan kapitalistler de savaş döneminde yasal ticari yollar dışında karaborsa ve kaçakçılık ekonomileri üzerinden ülke ekonomisi üstündeki kontrollerini ve servetlerini muhafaza edebildiler. Sürecin temel mağduru ise demokratik ve ekonomik talepleri uğruna mücadele eden Suriyeli emekçiler oldu.

Bu tablonun içerisinde, şimdilerde ekonomik alanda ülkede gündemde olan konu ise ABD’nin 17 Haziran tarihinde yürürlüğe koyduğu, Esad yönetimi ve ona bağlı kişi ve kuruluşlarla ticari işlem yapan yabancı kişi ve kurumlara yaptırım uygulanmasını öngören “Sezar yasası”. Uygulama alanı halen tam anlamıyla berrak olmasa da yasanın Suriye’nin içerisinde bulunduğu ekonomik durumu daha da ağırlaştırdığı aşikâr. Ancak yasanın oturduğu temel düzlem ekonomik olmaktan ziyade politik. “Esad’lı geçiş” anlaşmasının ardından sürmekte olan Cenevre süreci, yeni anayasa hazırlığı ve 2021 yılındaki başkanlık seçimleri öncesinde bölgesel çıkarları farklı olan aktörler, sahada yapmaya çalıştıkları siyasi manevralarla pazarlık masasında kendi ellerini güçlendirme arayışındalar.

Bu toplamın sonucu ise Suriyeli emekçilerin yaşam koşullarının daha da kötüleşmesi oluyor. Mayıs ayının sonundan bu yana Süveyde, Dara ve güneydoğu Şam’da yer alan Ceramana gibi bölgelerde ekonomik krizin sonuçlarına, kötü yaşam koşullarına ve Esad yönetimine karşı, “Yaşamak istiyoruz!” sloganıyla sürmekte olan eylemler, işte bu düzleme oturmakta.

Yorumlar kapalıdır.