Tarihte bu ay | 14 Şubat 2005: Video paylaşım platformu YouTube açıldı

YouTube’un bir video paylaşım platformu olarak kitleselleşmesi hem iletişim teknikleri hem de video-görsel sanatının gelişimi açısından tarihsel bir dönüşüm anlamını taşıdı. İleride tarihçiler genelde sosyal medyanın kuruluşu, özelde ise YouTube’un ve başka birtakım video-film paylaşım kanallarının açılışını matbaanın icadının temsil ettiği virajla karşılaştıracaklar mı, bu ikisi arasında bir analoji kuracaklar mı bilmiyoruz. Ancak iletişim teknolojisindeki bu adımın politik ve kültürel mücadelelerin sahalarını revize ettiğine şüphe yok.

YouTube bir “halka arz” hamlesi değildi, adı üzerinde bir platformdu. Televizyonun sınıf, cinsiyet, yaş ve etnik köken ayrımcılığına dayanan katı hiyerarşisi tarafından dışlanmış birçok video-görsel üreticisi, kendisini bu platform üzerinden ifade etmeye başladı. Mesela talk show sunuculuğu yapmanın hayallerini kuranlar Beyazıt Öztürk veya Okan Bayülgen gibi “otoritelerin” fiili emekliliğini beklemek zorunda kalmadılar.

Benzer şekilde küresel veya ulusal çapta yaşanmakta olan gelişmelere dair haber alma hakkını kullanmak isteyenler, çeşitli sermaye gruplarının farklılaşan haber kanallarında bu sermaye gruplarının muhafazakâr çıkarları uyarınca rafine edilmiş programları terk ederek, aralarına bir “taşeron” koymaksızın, haberleri doğrudan doğruya kaynaklarından takip edebildiler.

Elbette bu gelişmeler birçok rejimi kaygılandırdı. Türkiye’de YouTube AKP altında yıllar boyunca yasaklıydı. Videolara erişim engeli getirildi. Ancak, birkaç tanesi hariç, rejimlerin geneli bu alanın boykot edilemeyeceğini kabul ederek, kendileri de bu alanda kendi yapılarını oluşturmaya girişti.

YouTube ve benzeri platformlar aslında hareket ile yapının arasındaki çelişkinin bir sonucuydu. Mesela Türkiye’de Mars Sinema Grubu’nun yapımcılık-dağıtımcılık sektörleri ile sinema salonları üzerinde kurduğu diktatoryal kontrol mekanizması anlaşılmadan veya geleneksel TV kanallarında yükselebilmenin şartının nepotizmden cinsiyetçiliğe kadar bir dolu yozlaşmış ilişkiden geçtiğini anlayamadan, bu platformların “başarısı” takdir edilemez.

Yeni neslin kültürel üretim kapasitesi, sokaktaki hareket ve dinamizm, hayatın kendisinin hızı ve iç içe geçmişliği, bu geleneksel iletişim ve medya yapıları tarafından göğüste yumuşatılamadı. Hareket yapıyla çatıştı. Bu yapılar kaygıyla eski konumları ile prestijlerini yitirdiklerine tanık oldular ve ardından üretimlerini dijitalleştirme hamleleri yaptılar. Ancak görülen o ki, yeni platformda eski kafayla çalışmayı sürdürdükçe, yeni olanın temsiliyetini üstlenmek de mümkün olamıyor.

Rus devrimci Lev Troçki bir keresinde Sovyet işçi sınıfının kiliseye karşı mücadelesinin en önemli araçlarından birisinin sinema olduğunu yazmıştı. Elbette YouTube küresel piyasa ilişkilerinin bir parçası ve kapitalist pazar politikalarından da azade değil. Süreklileşmiş bir reklamlar dizgesinin bu deneyimin bir parçası olması, çeşitli markaların ihtiyaçlarına odaklı video üretimleri ve benzerleri bunun bir sonucu. Ancak bu tip platformlar aynı zamanda işçi sınıfı deneyimlerinin yaygınlaştırılması, bunların arasında koordinasyon kurulması, sınıfın çeşitli sektörleri arasındaki fikir alışverişinin sıklaştırılması ve görselleştirilmesi, tecrübelerin doğrudan aktarımı ve karmaşık teorik konuların basitçe anlatılıp propagandasının yapılması için de bir fırsat sunuyor. Bu fırsatı değerlendirmemenin sonucu, beklenenden daha vahim olabilir.

Yorumlar kapalıdır.