Olimpiyatlar bizim için mi?

Türkiye bu yıl olimpiyatlarda iki altın, iki gümüş, dokuz bronz olmaz üzere toplam 13 madalya kazandı. Okçulukta ve jimnastikte ilk defa madalya aldık. Bu açıdan bakıldığında, önceleri sadece güce dayalı sporlarda kazandığımız madalyalara bu gibi dalların eklenmesi başarılı gözüküyor. Fakat bu yeterli mi? Olimpiyatların maliyetine ve aslında nasıl olması gerektiğine gelin beraber bakalım.

Olimpiyatların tarihçesi

İlk olimpiyatların nerede ve nasıl yapıldığına dair kesin bir bilgi yok. İlk kayıtlara MÖ 776 yıllarında Yunanistan’da rastlanır. İlk başta koşu olsa da sonraki yıllarda boks, güreş, uzun atlama, cirit gibi o dönemin teknolojilerini de kapsayan dallar eklendi. Roma döneminde bile dört yılda bir düzenlenmeye çalışılan Olimpiyatlar, Bizans ile putperestlik olarak değerlendirildi ve yasaklandı. Ta ki 1896 yılında düzenlenen Atina Olimpiyatına kadar. Bu seneden sonra dünya savaşları haricinde her dört senede bir düzenlenmeye çalışıldı. Fakat yıllar geçtikçe olimpiyatlar ilk başta ortaya çıkışından uzak, tamamen ticari kaygılar ve bireysel başarı üzerine inşa edilmeye başlandı. Bu ne kadar doğruydu?

Olimpiyatların toplumlara faydası ne?

Sadece Tokyo Olimpiyatlarının Japonya’ya maliyeti 15,4 milyar dolar oldu. Bu hesaplamada altyapı yatırımları bile yok. Her seferinde zarar eden ve bunu topluma yıkan bu organizasyon, kârı ise reklam ve sponsor olan şirketler üzerinden bölüştürmekte.

Bu sisteme 1984 yılındaki Los Angeles Olimpiyatlarında geçildi. Bu olimpiyatlardaki diğer bir nokta ise kentsel dönüşüm altında Los Angeles’in soylulaştırılması oldu. Bu durum sonraki yıllarda çıkacak isyanların önemli bir nedeniydi. Bu soylulaştırmayı ve faturanın halka çıkartılmasını son yıllardaki her olimpiyatta görüyoruz. Peki faydası yok mu? Açıkçası kazandırdığı altyapı olanaklarını bir yana bırakırsak -ki bunlar da emekçilerin sorunları temelinde değil, kapitalist şirketlere daha fazla kâr sağlamak için planlanıyor- sporun halktan koparılmasına da hizmet ettiğinden Olimpiyatların şu haliyle emekçi halka faydasından söz etmek mümkün değil. Özellikle bu tehlikeyi gören ve İşçi Olimpiyatları düzenlemeye çalışan Sovyetler ve 1936’da Hitler Almanya’sına karşı Halk Olimpiyatlarını organize etmeye çalışan Katalan Özerk Yönetimi bu açıdan dikkate değer örnekler, ama bunlardan bahsetmek ayrı bir yazıyı hak ediyor.

Peki nasıl olmalı?

Şu anki Olimpiyat ve diğer uluslararası organizasyonlar halktan kopuk bir şekilde ilerlemekte. Bir avuç kişinin başarı kazanması ve onun pazarlanması, bizlerin sadece ekran başında onları takip etmemiz ve sanal bir şekilde duygularımızı belirtmemiz şeklinde ilerlemekte; özellikle pandemi döneminde. Bireysel rekora odaklanmış bir spor anlayışı da bize bir şey getiremez; çünkü insanın fizyolojisi ve onun sınırları bellidir ve bunu yaparken de gereksiz zorlanır. Açıkçası halk sağlığını düşünen, yani asıl amacı halkı güçlendirmek olan bir spor felsefesine, manifestosuna sahip olmamız gerekli. Bu olursa rekabet ve mücadele daha anlamlı hale gelecek ve olimpiyatlar belki de bu sayede özüne geri dönebilecek.

Yorumlar kapalıdır.