Enflasyon artık bir canavar

Üretim maliyetleri kontrolsüz bir biçimde ve hızla artıyor. Enflasyonun, mevcut ekonomi politikaları sebebiyle hem üreten hem de tüketen için bir canavara dönüştüğü apaçık ortada. Hem maliyet hem de talep enflasyonunu bir arada yaşıyoruz. Fakat Türkiye gibi ithal girdilerin üretimde önemli bir yer tuttuğu ülkelerde döviz kurundaki artışlar, çarşıya pazara hayat pahalılığı olarak yansıyor. İktidar, ülkedeki üretimin ithalata bağlı olma sorununa çözüm bulmadan, kredi mekanizmasını daha rahat işletmek amacıyla faizleri düşürmeyi seçti. Ne pahasına? Çilesini emekçilerin çekeceği hayat pahalılığı pahasına. Net olalım, bu bir saldırı politikasıdır!

Üstelik bahsettiğimiz zam dalgası en temel ürünlerde geçerli. Özellikle gıda sektöründe üretim maliyetleri çok artmış durumda. TÜİK’in en son açıklamasına göre çiftçilerin ortalama maliyetleri son bir yılda yüzde 22,8 arttı. Tabii konu TÜİK olunca gerçek oranın daha da fazla olduğunu söyleyebiliriz. Tarımsal enflasyonun detaylarına baktığımızda TÜİK bize şöyle söylüyor; maliyet enflasyonu lifli bitkilerde yüzde 411, tahıl ve baklagillerde yüzde 35, çekirdekli meyvelerde yüzde 34 ve hayvansal ürünlerde yüzde 20,7 artmış durumda. Bu iyimserlik bile enflasyonun canavarlaştığını dizginleyemiyor. Neden iyimserlik diyoruz? Çünkü sadece gübrenin en önemli maddesi amonyum sülfatın tonu bir yılda 940 TL’den 2400 TL’ye, bir ton ürenin fiyatı 1800 TL’den 4100 TL’ye fırlamış durumda. Neredeyse tüm gübre çeşitlerinde ortalama fiyat artışı yüzde 140’ı buluyor. Tarımsal ÜFE’nin bu dizginlenemez yükselişini görmeden “fahiş fiyatları indireceğiz” diyerek sözde enflasyonla mücadele ediyormuş izlenimi vermek halkla alay etmektir. Gerçek sorun, 3-5 market zinciri değil, ülkeyi dövize daha da bağımlı hale getirerek bundan nemalananlardır.

Sadece tarımdaki bu korkunç pahalılığın gün geçtikçe marketlere ve pazarlara yansıyacağı belli. Dolayısıyla gıda enflasyonunda artışın devam edeceğini söyleyebiliriz. Bir de enerji fiyatlarındaki artışlarla birlikte mutfak alışverişi yükü dışında elektrik ve doğalgaz faturaları da yük olmaya devam edecek. Peki ne yapmalı?

Öncelikle polisiye “önlemler” ile, beş market zincirine müfettiş görevlendirmekle enflasyonla mücadele edilemez. Emperyalist şirketlerin yatırımı için her türlü kolaylık sağlanıp ülkedeki tüm üretim yapısını dövize adapte ettiğinizde, talebi artırmak amacıyla kredi için faizleri indirirseniz döviz hızla yükselir ve maliyetler artar. Bunun yanında TL basarak krediyle, yani borçlandırma usulü ile talebi artırmaya çalışırsanız talep enflasyonunu hortlatırsınız. Türkiye’de iki politika da uygulanmaktadır. Bu politikalar tüm toplum üzerinde bir ekonomik enkaz yaratıyor. Gelecek kuşaklar ipotek altına alınıyor. Derhal dış borç ödemesi durdurularak, önemli sanayi kolları ve yap-işlet-devret modeli ile yapılmış tüm yapılar tazminatsız kamulaştırılmalıdır. Alım gücünün artışı için işçi ücretlerine enflasyon oranında her üç ayda bir zam yapılmalıdır. Gerçekten enflasyonla mücadele gibi bir hedefiniz varsa radikal önlemler alınması zaruridir. Aksi takdirde faiz-enflasyon ikilemi içinde hayat pahalılığı artarak devam edecektir. İşçi ve emekçileri borçlandıran değil, onların alım güçlerini gerçek anlamda insanca yaşanılabilir seviyeye çıkartan bir ekonomik politika izlenmelidir. Bunun yolu da toplumsal örgütlülük ve mücadeleden geçiyor.

Yorumlar kapalıdır.