AKP’den sonra Türkiye nasıl kurtulur?
Kimi belediyelerin ölüm sebeplerini yayınlaması ile öğrendik ki, son bir yıldır gerçekleşen her beş ölümden biri salgından, yani yanlış pandemi yönetiminden kaynaklanıyor.
Kadın düşmanı politikalar kadına yönelik şiddeti ve kadın cinayetlerini tırmandırıyor.
Türkiye iş cinayetlerinde dünyadaki en kötü ülkelerden biriyken yerli ve yabancı patronlara sınırsız destek sağlanıyor. Son olarak Tekirdağ Valiliği, Tekgıda-İş üyesi Adkotürk ve Bel Kalper işçilerini “pislik” veya “düşman” olarak gördüğünü haykırdı ve “süpür” emriyle çoluk çocuk, kadın erkek işçi emekçileri darp ettirdi.
Türkiye, çevre karnesi en kötü ülkelerden biri. Her saniye zehir solur, güvensiz gıdaları tüketirken ülke yangın ve seller diyarı oldu.
Sistemin krizi yanlış ekonomi politikaları ile katmerleniyor. Yalnızca gıda enflasyonunun yüzde 29 olduğu ve enerjinin yüzde 50 zamlanacağı tahmin ediliyor.
Erdoğan onca siyasi baskıya rağmen Türkiye’nin demokratik bir ülke olduğunu söyleyip, “Kürt sorunu yoktur” diyebiliyor.
AKP’nin yarattığı yıkım saymakla bitmezken rejimin demokratik bir zaferle ayakta kalamayacağını yandaşlar da söylemeye başladı.
Millet İttifakı ne diyor?
Millet İttifakı (Mİ) ve etrafında kümelenen güçler Türkiye’nin kötü bir yere gittiğini söyleyerek uyarılarda bulunuyor ve ilk seçimde iktidar olacaklarını müjdeliyorlar. AKP iktidarda kaldıkça Türkiye daha da kötü bir yere gidebilir ama Türkiye; emekçiler, doğa, kadınlar, azınlıklar vb. için zaten oldukça kötü bir yer değil mi? Şimdiden bir şey yapmak gerekmez mi? Ancak burjuva muhalefet dalın kurumasını ve AKP’nin düşmesini bekliyor.
CHP, İYİP, SP, DEVA, Gelecek ve DP’nin tek bir aday ve parlamenter sistem konusunda anlaştığına dair haberler yayılıyor. Öte yandan CHP’nin Kürt sorunu hakkında HDP’yi işaret etmesi Mİ bileşenleri adına yeni bir durumun açığa çıktığını gösterdi.
Tüm bunlar Mİ’nin gerçekten ne yapacağı hakkında pek bir şey ifade etmiyor. Mİ’nin gücü Saray rejiminin güçsüzlüğüne dayanıyor. Mİ emekçilerin, kadınların, doğanın temsilcisi olmanın değil, patronların sözcüsü olmanın peşinde. Yanan ormanlar, sel basan şehirler, öldürülen işçi ve kadınlar, kitlelerin artan sefaleti Millet İttifakı için oy potansiyeli taşıdıkça ve yalnızca söylemde önem arz ediyor.
HDP ne diyor?
HDP eski eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın 13 Eylül günü, haksız yere tutulduğu Edirne Cezaevi’nde yazdığı “İlle de demokrasi” başlıklı bir yazısı yayımlandı. Demirtaş bu yazısında 100 yıllık cumhuriyetin başından beri var olan sorunların çözülmesi adına seçimlerin büyük bir olanak sunduğunu vurgularken, demokrasi güçlerinin bir araya gelmemesi halinde baskıcı rejimin sorunları daha da büyüteceği uyarısında bulunuyor. “Kürtler, Aleviler, muhafazakârlar, sosyalistler, Atatürkçüler, demokratik milliyetçiler dahil her kesimden liyakatli kadrolar, demokrasi ortak paydasında birlikte hareket etmeyi başarabilmelidir,” diyerek demokrasi cephesinin çağrısında bulunuyor.
HDP’nin mevcut eşbaşkanı Mithat Sancar bir röportajında Türkiye’nin sorunlarının çözümü için HDP’nin kurucu bir unsur olarak sürece dahil olmak istediğini yinelerken, “Demokratik bir sistemde eşit ortak yaşamı inşa etmek istiyorsak, yeni bir başlangıç iradesini geliştirmek zorundayız. Bize göre, bu iradeyi toplumsallaştırmak, bütün demokrasi güçleri tarafından bir görev olarak görülmeli. (…) Yeni bir başlangıç iradesine en uygun yöntemin ‘kurucu meclis modeli’ olduğunu düşünüyorum,” diyor.
Sancar ve Demirtaş HDP’nin demokrasi güçleri ile sorunları çözebileceğini ifade ediyor. Ancak bunu yaparken emeği ajandalarına almıyorlar. Önceliklerinin barış olduğunu bir an için hayal etsek dahi, barış adına burjuvazi ile uzlaşılmasının işe yarayabileceğini düşünebilir miyiz?
Bizce hayır. Geçmişte yaşanan çözüm süreci nasıl ki bir nefeste sonlanabildiyse, burjuvazi ile yapılan her türlü ittifak da güvenilirlikten uzak olacaktır. Barışın tek garantörünün işçi ve emekçiler olduğunu hatırlatmaktan geri durmamalıyız.
Doğru bir birliktelik için
Marlon Brando’nun Emiliano Zapata’yı oynadığı Viva Zapata adlı filmin açılış sahnesinde köylüler toprak sorunlarının çözümü için diktatöre ziyarette bulunduklarında “Sabırlı olun” yanıtını alırlar. O sırada sıradan bir köylü görünümündeki Zapata konuşur: “İzninizle başkanım. Pidelerimizi mısırdan yapıyoruz, ‘sabır’dan değil. Ve ‘sabır’ silahlı nöbetçiler tarafından korunan dikenli telin içinden geçemez,” der ve bir şey ister, “Dediğiniz gibi sınır taşlarının tespiti konusunda dikenli teli geçebilmek için otoritenize ihtiyacımız var.” Önündeki kâğıda Zapata’nın adını fişlemek üzere çember içine alan diktatörün yanıtı nettir: “Böyle bir otoriteyi muhtemelen uygulayamam.”
Köylü topraksız kalır ve sorunlarının çözümü için çareyi en geniş demokrasi cephesine katılmakta görür. Toprak reformu sözü verilen köylülerin desteği ile beraber diktatörlük yıkılır ve Zapata’ya da generallik verilir. Bir gün, artık takım elbise giyen Zapata’ya gelen köylüler hem onun zalimleşen kardeşinden (Anthony Quinn) hem de toprak reformunun yavaş işlediğinden şikâyet ederler. Zapata “Zamanım olunca ilgileneceğim,” dediğinde bir köylü karşı çıkar: “Bu adamların zamanı yok. Toprağı sabanla işlediler, yarıya kadar tohum ektiler ve zamanları yok! Saban yarıkları açıkta, tohumlar ekilmedi ve aç mideler bekleyemez.” Bunu duyan Zapata önünde bulunan ziyaretçi kâğıdında köylünün adını işaretlemek üzere kalemi eline almışken ihanetini fark eder, rütbesini bırakıp köylülere katılır.
Viva Zapata filminde olduğu gibi tarihte ve gerçekte de emekçileri içerisine katmayan hiçbir çözüm, sahici ve kalıcı bir çözüm değildir. Zaman, yanlış pandemi yönetimini sonlandırmak, işçilere insan onuruna yaraşır koşulları sağlamak, kadına yönelik şiddeti durdurmak, ayrımcılığı sonlandırmak ve doğal olayların afete dönüşmesini engellemek için kullanılmalıdır. AKP’nin iyice çürüyüp iktidarın başka bir düzen partisine geçmesi için değil.
Rejimden kopuş adına yapılması gereken, kuru sözler yerine emperyalizmden kopuşu savunan, emekten yana ve kaderini tayin hakkı dahil olmak üzere tüm demokratik hakları tanıyacak bir anayasanın hazırlanması için bir kurucu meclis çağrısıdır.
Bu çağrı ile emek örgütlerinin etrafında birleşeceği bu taleplerin tek garantörü olacak bir işçi-emekçi hükümetini kurmak üzere bir araya gelmenin araçlarını yaratmalıyız.
Yorumlar kapalıdır.