Halk bu rejime “Defol!” diyor
Hayat pahalılığına ve giderek derinleşen yoksulluğa karşı tepkiler yaygınlaşıyor. Pek çok büyük kentte insanlar tencere-tava çalarak “Zamlara Hayır!”, “Zamlar Geri Alınsın!” sloganlarıyla sokaklara çıkıyor. İktidarın ekonomik politikaları protesto ediliyor.
Bu arada Devrimci İşçi Sendikaları Konfederasyonu (DİSK) birkaç haftadır işyerlerinde “Geçinmek İstiyoruz!”, “Gelirde Adalet, Vergide Adalet!” pankartlarıyla eylemler yapıyor, çeşitli meydanlarda iktidarın halkı yoksullaştırma politikalarını eleştiren basın açıklamaları okuyor. Bir yandan da Türk-İş ve Hak-İş sendikalarını ortak mücadeleye davet ediyor.
Öte yandan CHP ve İYİ Parti liderleri çeşitli kentlerde mitingler yapmaya başladılar. Bir anlamda halkın kendiliğinden başlattığı protestoları, seçim propagandasına dönüştürmeyi hedefliyorlar.
Yıkım derinleşiyor
Halk bu iktidarı nasıl protesto etmesin ki? Ülke toplam servetinin yüzde 42,5’ine sahip olan en zengin yüzde 1’lik kesim kârlarına kâr katmaya devam ediyor. Bu yılın ilk dokuz ayında, Türk Telekom, THY, Ford Otosan gibi işletmeler ve Akbank ve Garanti Bankası gibi bankalar milyarlarına milyarlar kattı.
Ama öte yandan aynı dönemde, enflasyonun hızlı bir şekilde yükselişi, TL’nin değer kaybının yoğunlaşması, hayat pahalılığının her geçen gün tırmanmasına, temel gıda ve tüketim maddelerinin sürekli olarak zamlanmasına ve emekçilerin eline geçen ücretin devamlı olarak erimesine, yoksulluğun derinleşmesine yol açtı.
Ve tabii ücretli çalışanların, emeklilerin eline geçen tutar 2021 yılı başına göre yüzde 45 oranında değer kaybederken, yani biz emekçiler çalıştıkça zarar ederken, bir avuç zengin yüzde 120’lerle ifade edilen kârlar elde edebildi.
Bugün Türkiyeli işçiler, çalışma şartları hep eleştiri konusu olmuş Çinli işçilerden bile daha düşük ücretlere mahkûm edilmiş durumda.
Emekçi halk “Artık Yeter!” demekte sonuna kadar haklı.
“Hükümet İstifa!” (mı?)
Bazı protestolarda hükümet istifaya davet ediliyor. Ama ortada bir hükümet yok ki! Zaten yeni baskıcı anayasayla hükümet sistemi kaldırılmış ve onun yerine Tek Adam rejimi getirilmiş durumda. Yani ülkeyi emperyalist sermayeye bağımlı kılan, “yerli ve milli” egemen kesimlerin kasalarını doldurmasına hizmet eden ve halkı açlığa ve yoksulluğa iten iktidar bizzat Tek Adam’ın kendisi ve onun devlet kurumlarındaki değnekçileri.
Bakın bu rejimin politikası sonucunda ne oldu: Ülkeyi dış borca boğdular, toplam 446 milyar dolar. Ve sayelerinde dolar kurundaki 1 TL’lik yükselişin sonucunda bu borç 446,4 milyar TL artmakta. Sonuç mu? Emekçilerden toplanan vergilerle ödenen dış borçlar, iktidarın planlı saldırı politikaları uyarınca bir anda bizleri yeni borç yükleri altına sokuyor, dolar milyarderlerine milyarlar katıyor. Tam bir yağma.
Gene onların bu yağmacı politikaları sonucunda emekçilerin ücretleri eriyiveriyor, marketlerde ürünlerin fiyatları sürekli olarak artıyor, temel tüketim maddelerine kota getiriliyor ve hayat pahalılığı dayanılmaz boyutlara ulaşıyor. Ancak bunun karşısında, egemen sınıfların, bir avuç zenginin kârlarını yükseltmesi iktidar tarafından garanti altına alınıyor.
Dolayısıyla gitmesi gereken bizzat bu rejimin kendisi.
Nasıl göndermeli?
Ne Tek Adam istifa eder, ne de onun kabinesi. Zaten yeni sistemde Tek Adam’ın altındakiler istifa edemiyor. Ancak Tek Adam altındakileri “görevden alıyor”. Bazı sözde bakanları değiştirip imaj tazelemeye gidebilir mi? Olabilir, ama bu da onu kurtarmaz, zira bütün kararları o tek başına alıyor. Uygulayıcı zavallıları değiştirse bile sorumluluktan kurtulamaz halkın gözünde.
Bu arada AKP içindeki bazı milletvekillerinin, tekrar seçilememekten korktukları için partiden istifa edecekleri söyleniyor. Böylece bir erken seçime gidilebileceğinden bahsediliyor. Ama emekçi halk, bugün kendisini yoksulluğa itişin altında imzaları bulunan suçluların inayetine bel bağlayamaz, bağlamamalı.
Bazı protesto gösterilerinde “genel grev” sloganı atılıyor. Halk protestolarının ve eylemliliğinin, işçi sınıfının başını çekeceği örgütlü ve süresiz bir genel grev etrafında birleşmesi durumunda, elbette iktidarın ve rejimin dayanacak gücü kalmazdı. Ne var ki, genel grevi örgütleyebilecek durumdaki sendikalar bu tür bir mücadeleden şimdilik uzak duruyor. DİSK bir genel grev çağrısı yapmıyor, yerel protestolarla yetiniyor. Türk-İş, “siyaset üstü sendikacılık” anlayışıyla iktidara karşı gelmekten çekiniyor. İşçilerin mücadelesinin kendisinin kontrolünden çıkması ihtimalinden korkuyor. Hak-İş ise zaten Tek Adam yanlısı; onun ekonomik politikalarının “işverenlere verdiği zarardan” söz etmenin pek ötesine geçmiyor.
CHP ve İYİ Parti ise, bırakın genel grevi, sokak protestolarına bile karşılar. Bunları “provokasyon” diye niteliyorlar. “Aman halk sokağa dökülmesin!” diyorlar. “Bizim düzenleyeceğimiz mitinglere gelin, bu yeter” diyerek, halkın öfkesini seçim faaliyetleri içinde eritmek istiyorlar.
Oysa, işçi ve emekçi kesimlerin öfkesi ortak ve birleşik bir örgütlü eylemliliğe dökülmedikçe (grevler, halk mitingleri, yürüyüşler ve her türlü halk protestosu), ne bu rejim kendiliğinden çekip gider, ne erken seçim olur, ne de (seçim olsa bile) emekten yana bir iktidar kurulabilir. Emekçi halkı örgütlü bir seferberliğe sokma gücüne sahip, ama bu görevden şiddetle kaçan tüm parti, sendika ve diğer türden emekçi örgütleri, yarın iktidar değişse bile emekçiler üzerindeki sömürü sisteminin devam ediyor olmasının sorumlusu olacaklardır.
Yerine ne koymalı?
Parlamentoda temsil edilen büyük muhalefet partileri, Cumhurbaşkanlığı sisteminin yerine “güçlendirilmiş parlamenter sistemin” kurulmasını savunuyorlar. Ve bunu bir seçimle başarabileceklerini düşünüyorlar. Oysa birincisi, bunu gerçekleştiremeyecekler, zira seçimi kazansalar bile, Anayasa’yı değiştirebilecek güce sahip olamayacaklar. Mevcut başkanlık sistemi altında var olmaya çalışacaklar.
İkincisi, ve daha önemlisi, emekçi halkın çıkarı emekten yana bir Anayasa ve emekten yana bir iktidarın kurulmasındadır. Bu ise, basit bir seçimle ve alışıldık milletvekillerinden oluşan bir parlamento ile değil, ancak emekçilerin ağırlıklı olarak temsil edildiği bir Kurucu Meclis aracılığıyla gerçekleştirilebilir.
O halde bütün örgütlenmemiz ve seferberliğimiz, sıfır barajlı ve bütün emek örgütlerinin serbestçe katılacağı bir Kurucu Meclis seçimine yönelik olmalı. Tek Adam rejimi ne kadar baskı yaparsa yapsın, eğer bir İşçi ve Emekçi İttifakı kurulabilirse, hem böylesi bir seçime hem de onun sonucunda Emekten Yana Yeni Bir Anayasa’yı yapabilecek bir Kurucu Meclis oluşumuna ulaşabiliriz.
Tek Adam rejiminin yerine koyacağımız ve emekten yana bir iktidara ulaşabileceğimiz mücadelenin yolu buradan geçiyor.
Yorumlar kapalıdır.