Ankara’dan bir belediye işçisi: “Geçim derdi ortak sorunumuz”
Onların utanmayıp utandırdığı bir hayatta, halen yüzümüz varken, hayat pahalılığı sınıf ayrımını daha da hissettiriyorken, tekilden çoğula mı yoksa çoğuldan tekile mi başlasam karar veremedim? Günün sonunda hepimiz aynı ağacın dallarıyız ve rüzgâr hepimize aynı eserken, Güneş de aynı derecede ısısını aktarıyor. Kişisel olarak da toplumsal olarak da aynı olayı işaret ediyor. Ne yaparsak yapalım hepimiz tek faturanın bakiyesini ödeyeceğiz. Aslında anlatmak istediğim benim hayatımdan bir kesit gibi görünse de aslında her gün sizlerin de yaşadığınız olayların kalemle kâğıda dökülmüş halidir.
Baba belediyede işçi, anne okuyor aynı zamanda ev hanımı, oğlum 8. sınıf öğrencisi ve iyi bir liseye gitmek için çokça araştırmadan sonra bütçemize en uygun dershaneye gidiyor. Keşke eğitim kaliteli olsa. Kızım üç buçuk yaşında. Evimin dibinden yaklaşık 1-1,5 saat mesafedeki, en az iki vasıtalı araçla sabahın kör karanlığında sıcak soğuk karışımıyla rezil olmuş şekilde, belediyenin kreşine gidiyor. Hayatın pahalılığı, temel gıdaları almakta yaşadığımız zorluklar, insanlarda çıplak gözle görülen mutsuzluk, kavgalar, intihar edenler, boşanmalar, geçinemeyenler… Hepsinin temelinde gelen zamlar, değer kaybeden paramız boy gösteriyor. İyi bir şey yok ama toplum gözünde iyi görünen işler karşısında “ben yaptım” diyenler, yönetemediklerinde hemen ötekileştirmeye başlıyorlar ve hepimiz de bu girdabın içine sürükleniyoruz.
Öyle olduk ki, dünyada gelişmiş ülkeleri kendimize örnek alacağımıza gidip Ortadoğu’nun en kötü halini göstererek şükür demeye alıştırılıyoruz. Çekirdek aile de neredeyse hemen herkesin asgari ücrete mecbur ve mahkûm olarak çalışmaya zorlandığı, temel gıdaların ikamelerini aradığımız “aman canım ya onu da bugün yemeyiz/yapmayız” diye her geçen gün bahaneler bulup kılıflar ördüğümüz, maddi olarak çocuklarımızın en ufak çikolata veya oyuncak isteğini yerine getirmek için bazen pembe yalanlara, bazen sponsor bulmaya bazen de birlikte zaman geçirmek yerine ek iş arayan yapıtaşlarına döndürüldük. Olay öyle bir hal aldı ki, hiçbir şey yokmuş, güllük gülistanlıkmış gibi davrananların şükürcülük kat sayıları arttı, hayret ediyorum! Gerçekten siz nasıl geçinebiliyorsunuz?
Üst üste devalüasyonla itibarsızlaşan TL karşısında cebimizdeki ateş gerçek yüzünü saniye saniye hissettirmekte hiç gecikmiyor. Durumu anlamak için ekonomist olmaya gerek var mı? Dün 1 TL’ye aldığını bugün 2 TL’ye alıyorsan TV’de anlatılanları sorgulamaya gerek yok. Yapman gereken TV’yi açma, izleme, bahanelerle hiç uğraşma. Kimileri felaket tellallığı diye düşünüyor, yaşadıklarını görmek istemiyor, ne de olsa tarafsız olma gibi bir düşünce kalmadı artık toplumumuzda. Durumumuz her geçen gün daha da zorlaşıyor, fakirleşen halkın hangi belediyeden kaç kuruş yardım alabilirim diye düşürüldüğümüz durumu sorgulaması gerekirken, “Allah razı olsun bilmem ne başkandan” diye övünüp, propagandasını yapıyoruz. Bu durumu çok iyi okuyan patronlar nasıl ve nereden ilerleyeceklerini çok iyi biliyorlar.
Bizler ruhları birbirine bağlı insanlardık, yüreklerimiz mesafeleri kabul etmezdi. Fakat yerini bencilliğe, çekememezliğe, taraf olmaya, kutuplaşmaya bıraktı. Hal böyle olunca da bir sonraki adımda hırsız olmadan, arsız kalmadan, kimsenin can ve malına zarar vermeden bu durumdan kurtulmanın yolu düşünmekten, hakkını korumaktan ve hak yememekten, bilinçlenmek/bilinçlendirmekten geçiyor. Unutmadan; koltuk sevdası için yan yana duranlar, hakkını korumak isteyen emekçilerden sizlere bir hatırlatma var! Asla unutmayın! Bu hayat pehlivanlık gibidir, altta kaldım diye üzülme, üste çıktım diye sevinme demişler. Bilmem belki de hepimizi içine alan bir sözdür…
Yorumlar kapalıdır.