Bir avuç riyal için

Suudi Arabistan’ın İstanbul Başkonsolosluğu’nda 2 Ekim 2018’de parça parça doğranarak katledilen Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı cinayetinin soruşturma dosyasının kapatılarak Suudi Arabistan’a devredilmesi büyük tepkilere neden oldu. Türkiye topraklarında işlenen bir cinayet davasının cinayetin faili olan Suudi Arabistan’a devredilmesi, “Türkiye’nin egemenlik haklarından vazgeçmesi” olarak yorumlandı.

Bu eleştiride haklılık payı var. Ama Tek Adam rejimi ülkenin egemenlik haklarından sadece bu olayda mı vazgeçti? Örneğin, Mavi Marmara dosyasının İsrail lehine kapatılması; Trump’ın zılgıtından sonra Rahip Brunson’un apar topar ABD’ye iadesi ve S-400’lerin depoda paslanmaya terk edilmesi; Kur Garantili Mevduat adını verdikleri alicengiz oyunuyla faizlerin dolara endekslenmesi yoluyla Türk lirası üzerindeki ulusal egemenliğin yitirilmesi gibi bir dolu örnek var.

Kaşıkçı davasına sahip çıkmanın Türkiye’nin şeref meselesi olduğuna ve asıl katillerin Suudi Arabistan kraliyet sarayında gezindiğine ilişkin onca afra tafradan sonra davayı bir anda katillerin ülkesine devretmenin amacının, petrol şeyhlerinden gelecek paraya muhtaçlık olduğunu herkes anladı, biliyor. Yani bir avuç riyal için “onur davasından” vazgeçilmiş oldu.

Durum o kadar açık ki, bakın anlatalım. Türkiye’nin dış borç yükü 450 milyar doların üzerinde. Bunun milli gelire oranı yüzde 57 dolayında. Yani Türkiye bu borcu bir hamlede ödemek istese milli gelirinin yarıdan fazlasını kaybeder. Onun için vadeyle, parça parça ödemek durumunda. Ama dikkat: 2022 yılı içinde ödemesi gereken kısa vadeli borç miktarı 173,3 milyar dolar, yani bugünkü dolar kuruna göre 2,5 trilyon lira (yeni parayla).

VE HAZİNE BOMBOŞ. Bomboştan da öte: Merkez Bankası rezervleri yaklaşık 45 milyar dolar ekside. Yani hükümetin alelacele borçlarını ödeyebilmek için para bulması gerekiyor. Tabii bu kadar güvensiz bir hükümete kimse yeni borç vermek istemediği için de iktidar memleketin taşını toprağını satışa çıkarıyor ve hatta ulusal egemenlik hakkından vazgeçiyor. Kendisinin katil diye adlandırdığı Arap şeyhlerle görüşüp para karşılığı vahşi bir cinayet davasının dosyasını kapatabiliyor.

Yolsuzluk eleştirileriyle sarsılan, ülke kaynaklarını bir avuç yandaşa peşkeş çeken, onlara hizmet etmek ve bizzat kendisini zenginleştirebilmek için emekçi halkı enflasyona, hayat pahalılığına, yoksulluğa ve açlığa mahkûm eden bu hükümetin bir an önce iktidardan uzaklaştırılması gerekiyor. Bu birinci şart.

İkinci şart ise, Türkiye’nin ekonomik olarak dışa bağımlılığına son vermek gerekiyor, çünkü ekonomik bağımlılık sonuçta politik ve diplomatik bağımlılığı getiriyor. Bu da ülkede emekçi halk lehine bağımsız bir ekonomik planlamayla gerçekleştirilebilir. Dış ticaretin özel ellerden alınıp devlet tekelinde toplanması ve tüm bankacılık sisteminin tek merkezi devlet bankası altında işletilmesi de şart.

Ve nihayet: Devlet soyguncularının, yandaş patronların ve kapitalistlerin yaptıkları borç, biz işçilerin ve emekçilerin borcu değildir. Biz bu borçları reddediyoruz ve “Dış borç ödemelerine HAYIR!” diyoruz. Eski ve talihsiz bir deyim vardır “Ne Şam’ın şekeri ne…” diye gider. Bunu değiştirerek güncelleyelim ve “Ne Suud’un riyali ne Yanki’nin doları” diyelim. Böylesine bağımsız bir ülkeyi patron partilerinin değil, ancak işçilerin ve emekçilerin iktidarının gerçekleştirebileceğini biliyoruz, değil mi?

Yorumlar kapalıdır.