Kapitalist ekonominin mantığı, yoksullardan zenginlere doğru bir servet aktarımının yapılmasıdır. Nüfusun çalışan ve üreten kesimlerinin var ettiklerine, yani ücretli emek gücünü satarak hayatta kalanların ürettiklerine, çalışmayan ve üretmeyen bir kesim tarafından, yani patronlar tarafından el konulur. Böylece oldukça ufak bir azınlık, oldukça büyük bir çoğunluğun çalıştırılması üzerinden bir parazit gibi zenginleşir.
Özelleştirme, işte bu servet transferi ile soygununun en sık kullanılan yöntemlerinden birisidir. Bir ülkenin halkının refahı ve onurlu bir yaşam sürmesi için elinin altında bulunması gereken kaynakların özelleştirilmesi, o kaynakların yeni sahiplerinin sömürü yoluyla varsıllaşmasını sağlar.
Kamu kaynaklarıyla şirketler desteklenir. İşçinin vergisiyle patrona ucuz krediler sağlanır. Özel sektör kendi borçlarını devlete yıkar. İflasa sürüklenen özel işletmelere kamunun parası pompalanır, hatta kimi durumlarda bu parayla hisseler satın alınır. İşsizlik Fonu, İstihdam Kalkınma Paketi adı altında özel sektöre halkın birikimi aktarılır. Özel sektörün istihdam maliyetlerinin önemli bir kısmı devlet tarafından karşılanır. Yine özel sektörün altyapı yatırımlarına hazine garantileri verilir.
Bunların hepsi bugün Türkiye’de hayata geçirilen uygulamalardır. Türk ve Kürt işçi ve emekçileri, enflasyonun yeni rekorlar kırmasıyla derin bir yoksulluğa ve hatta açlık tehlikesine doğru sürükleniyor. Ezilenler ve yoksullar hayatta kalmaya çalışırken, Saray rejimi bugün “zor durumda” olan şirketlerin Varlık Fonu’nun ortağı olmasını sağlıyor ve bunu yaparken de, emekçilerden fedakârlıklarda bulunmasını ve sabırlı olmasını istiyor.
Mevcut krizden ve yoksulluktan çıkışın iki yolu var: emekçilerin çıkarına olan çıkış ya da patronların çıkarına olan çıkış. Krizden emekçilerin çıkarına olacak şekilde çıkabilmek için, öncelikle emekçilerin yaşamsal kaynaklarının pazarlanmasına son verilmesi ve dahası bu kaynakların kamulaştırılması gerekmektedir.
Nasıl bir kamulaştırma politikası savunuyoruz? Kamu kaynaklarının nasıl kullanılacağı ve bölüşüleceğine dair sivil bürokrasinin değil ama direkt bu kaynakları üreten, işleyen, dağıtan çalışanların karar vereceği bir kamulaştırma politikasını savunuyoruz. Biz buna işçi denetiminde kamulaştırma diyoruz. İşçi nasıl denetleyecek bu kamulaştırmaları? Sendikasıyla ve işyeri komitesiyle.
Devam edelim: Kamulaştırdığımız kaynakların eski sahiplerine tazminat ödenmesini kabul etmiyoruz. Bu kaynakların eski sahipleri bu kaynakları kamu bütçelerini harcayarak, teşvikler ve krediler alarak, temel ihtiyaçları ticaret konusu yaparak elde etti ve kullandı. Yaptıkları özetle hırsızlıktı. Hırsızlara tazminat ödenmez. Tam tersine bu hırsızların halka tazminat ödemesi gerekir.
Yorumlar kapalıdır.