Karın tokluğu, Gezi davası, patlama!

Adalet ve ekmek kavgası hiç olmadığı kadar bütünleşmiş durumda. Tek Adam rejiminin kılıcı bir yandan emekçileri tarihi bir yoksulluğa ve sömürüye süreklerken, öte yandan mücadele eden herkesi en ağır baskı ve yargı kararlarıyla zapturapt altına almaya çalışmakta. Grevleri yasaklanan, sendikalaşması engellenen, üç otuz paraya çalışıp iş cinayetlerine kurban giden emekçiler bir yanda, Gezi ve benzeri birçok davayla caydırıcı olsun diye cezalandırılanlar öbür yanda…

Hak da özgürlük de sınıfsaldır. İster İstanbul Sözleşmesi olsun. İster Gezi Davası olsun. İster Yemeksepeti işçilerinin sendikalaşması olsun. İster HDP kapatma davası olsun. İster mülteciler meselesi olsun. Bunların hepsi sınıfsal tercihlerin ürünü. Boşlukta var olmazlar. Adına hukuk dediğimiz şey de zamandan, mekândan ve üretim ilişkilerinden bağımsız değil. Tanımlama içeriği değiştirmez. Özgürlük (hak-hukuk) egemen olanın çizdiği kurallarla belirleniyor. O yüzden “adalet yoksa ekmek, ekmek yoksa adalet de yok” diyoruz. Türkiye’de ise ne adalet var ne de ekmek!

Dört çocuk babası işçi Murat Akfırat diyor ki, “İşçinin bayramı çalışırsa, karnı doyarsa olur.” Karnı doyarsa! Karın tokluğuna çalışmanın adı köleliktir. Akfırat diyor ki, “3-4 ay işsizdim, çocuk bir şey istiyor, boynunu büküyorsun. Yetmiyor ki bir şey alasın. Geçen sene 35-40 liraya aldığım yağı şimdi 100 liraya alamıyorum. Varsa yoksa halk eziliyor. Zengin yine yaşıyor, fakir adam bir lirayı arıyor. Artık mecburi yaşıyorsun, ona da yaşamak denirse.” Biz, diyor işçi Akfırat, “Yıllık iznimizde ‘Tarlaya gidip de bir iki yevmiye kazanır mıyız’ diye düşünüyoruz. Sosyal hayat zaten yok bizde. Çocukları bir yere götüremiyoruz. Dışarı çıkarsam üç yevmiyeyi bir günde yiyeceğiz. Ne yapacağım sonra?”

İşte 20 yıllık AKP iktidarında işçi sınıfının, emekçilerin hayatının özeti bu: Karın tokluğu! Akfırat’ın deyimiyle buna “yaşamak denirse!” Üstelik Akfırat “şanslı” çünkü 8,5 milyon işsizden biri değil. Asgari ücretli de olsa bir işi var. Çalışanlar dahi bu koşullardaysa işsiz olan, hiçbir geliri olmayan milyonlar ne durumdalar?

2021 yılında altı milyon hane devletten/belediyelerden sosyal yardım almak durumunda kalmış. Altı milyon hane! Kabaca her dört haneden biri sosyal yardım almadan hayatını idame ettiremiyor. Türk-İş’in araştırmasına göre nisan ayında dört kişilik bir ailenin açlık sınırı 5 bin 323 lira, yoksulluk sınırı 17 bin 340 lira oldu. Her on çalışandan en az altısı asgari ücretli ve asgari ücret sadece 4250 lira. Milyonlarca emeklinin maaşları asgari ücretin de altında. Kısacası bir avuç yağmacı ve yağcı dışında herkes hayatta kalmaya çalışıyor. Ülkeyi bitirmiş durumdalar.

“Doğduğun yer mi, doyduğun yer mi?” diye sorulur. Eğer özgür insanlar isek cevap “mutlu hissettiğimiz yer” olmalı. Bugün ise ne doğduğumuz yerde kalabiliyoruz ne de göçtüğümüz yerde doyabiliyoruz. Bu bir trajedidir.

Tam bu koşullarda hükümet kamu kaynaklarını bir avuç zengine aktarmasına rağmen asgari ücrete zam yok derken yeni TÜSİAD başkanı, “Yüzde 60’ın üzerinde enflasyonun olduğu bir yerde yapılması gereken yapılmalı. İş barışı açısından da bunu düşünmemiz gerektiğini düşünüyorum,” diyor. İş barışı! Türkçesi, “Bu böyle gitmez, patlar” diyor. İşte karın tokluğuyla Gezi Davası’nın birleştiği yer de burası. Ve bu yer alabildiğine sınıfsal bir yer.

Yorumlar kapalıdır.