İşçinin sorununu işçi çözecek

Türkiye, bazı liberallerin vurguladığı gibi beceriksiz bir iktidarın ve eğitimsiz bürokratlarının ekonomiyi yönetememesinin ceremesini çekmiyor. İçinde bulunduğumuz ekonomik ve toplumsal durum, yani çoklu krizler dönemi, sermaye lehine çalışan bir ekonomi politikasının sonucudur. Bu politika, kamu kaynaklarının bankacılık sektörü başta olmak üzere silah, enerji ve inşaat sektörleri lehine rahatça yağmalanabilmesi ve ortaya çıkan enkazı da emekçilerin üzerine yıkabilmek üzere hayata geçirildi. Bir önceki yazımızda da vurgulamıştık. İktidarın ekonomiye dair tek bir vizyonu var: Kârı özelleştir, zararı ise toplumsallaştır!

Yukarıda saydığımız sektörlerin sermayedarlarının iktidar ile kurduğu organik bağ, yapılan yolsuzluklar, gizli kapaklı sözleşmelerle Hazine’ye bindirilen yük gibi birçok durum, iktidarın yarattığı kaynak aktarım mekanizmalarının doğal bir sonucu. Emekçilere dönük tüm bu ekonomik saldırganlık karşısında Ekonomi Bakanı altı ay önce katıldığı bir TV programında ne demişti hatırlayalım: “Heyecanlanıyorum, şöyle bir uyusak da 6 ay sonra uyansak çok farklı noktalara gideceğiz.” Geldiğimiz nokta altı ay öncesine göre çok daha kötü. Gıda krizi, konut krizi, enerji krizi, genel anlamda bir hayat pahalılığı krizi altı ay öncesine göre çok daha katmerli bir hal almış durumda. “Verin yetkiyi enflasyonla nasıl mücadele edilir görün”, “Ülkemin ekonomisi temmuz ayında öyle bir şaha kalkacak ki….”, “6 ay sonra uyansak çok farklı noktalara gideceğiz” gibi cümlelerin hepsi aynı kronik yalanın devamından ibaret. Çünkü yarattıkları enkazdan oluşan tozu dumanı dağıtmak için ellerinde yalan dışında bir araç kalmadı. Geleceğimizin bile isteye borçlulukla ipotek altına alındığı bu hayat pahalılığı ortamında tüm umutlarını yaz aylarında gelecek turistlere bağlayan ve kendi yarattıkları enkaza kılıf uydurmaya çalışan iktidar şapkadan tavşan çıkarma derdine düşse de ortada ne şapka var ne de tavşan.

Tüketimin ne pahasına olursa olsun devam ettirilmesinin bir sonucu olarak borçluluk ve bununla birlikte borcunu ödeyemeyenlerin de sayısı gittikçe artıyor. Son beş ayda icra takibine düşen dosya sayısı 1 milyon artarak 23,5 milyona yükseldi. Kısa vadeli dış borç rekor kırarak 181 milyar dolara yükseldi. Borç faizlerine gittikçe daha fazla para ödediğimiz gibi yeni borç alırken de daha yüksek faiz oranlarıyla borçlanıyoruz. Merkez Bankası eksilerde, şu değersiz TL ortamında bile ithalat ihracata göre daha hızlı artıyor ve cari açık çok fazla. Tam 20 yıl önce 100 birimlik bir paranın alım gücü bugün 8 birime düşmüş durumda. Bunların yanında en büyük 10 bankanın yılın ilk çeyrek kârı 50 milyar lirayı aştı. İşte bunlar AKP mucizeleri! Çünkü onlar bir avuç patron için mucize yarattılar.

Her şeye zam gelirken ücretlere gelmemesini kabul etmiyoruz. Tüm ücretlere her üç ayda bir otomatikman zam yapılsın. Vergilere, elektriğe, doğalgaza nasıl her üç ayda bir zam yapılıyorsa ücretlere de aynı şekilde zam yapılması zorunludur. Bir yıl içinde ödenecek 181 milyarlık dış borç derhal reddedilsin. Kaynakları yurtdışındaki kan emici bankalara göndermek yerine bu kaynakları emekçiler için kullanın! Emekçiler enflasyonla boğuşurken tarihin en büyük kârlılık oranlarını açıklayan bankaları derhal kamulaştırın! Eğer ki bunları yapmıyorsanız demek ki bu ülkeyi yönetmeye muktedir değilsiniz. O koltukları terk edin!

Koca bir ülkeyi borç ve ipotek yığını haline getirmeye çalışsalar da bu enflasyon canavarı karşısında yenilgiye mahkûm değiliz. Tüm krizler önlenebilir. Yeter ki mücadelemizi emek ittifakı altında birleştirelim. Yukarıda saydığımız talepleri ancak birleşirsek hayata geçirebiliriz. Biliyoruz ki işçinin sorununu işçi çözecek! İşçi sınıfı enflasyon canavarının kostümünü kaldırdığında altında sermayeyi ve iktidarı görecek ve onu mahkûm edecektir.

Yorumlar kapalıdır.