LGBTİ+fobiye, erkek şiddetine ve cezasızlık politikalarına karşı mücadelemiz sürecek

İlk Onur Yürüyüşü, 28 Haziran 1969’da New York’ta Stonewall Inn barına yapılan polis baskını ve şiddetine karşı ayaklanmanın ve protestoların birinci yıldönümünde düzenlenmişti. O tarihten bu yana yürüyüşü de kapsayan Onur Haftası, başta LGBTİ+lar olmak üzere kadınlar ve patriyarkal sistemden nasibini alan tüm özneler için simgesel bir anlam taşımakta. Stonewall Ayaklanması’nın 53. yılını devirirken, 1969’dan bu yana değişmeyen polis şiddeti bu yıl da Türkiye’de LGBTİ+ mücadelesinin önünü kesmeye çalıştı.

Önce Onur Haftası kapsamında gerçekleştirilmek istenen etkinlikler “Huzur, güvenlik ve esenliğin korunması ve suç işlenmesinin önlenmesi amacıyla” yasaklandı, onu paramiliter çetelerin yürüyüşü engellemeye yönelik çağrıları takip etti ve İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun “Bizi cinsiyetsizleştirip, LGBTİ yapacaklarmış” açıklamasıyla LGBTİ+ları hedef gösterme ve nefret kampanyaları örgütlendi. Peki sonuç? Tüm engellemelere rağmen Beyoğlu’nda lubunyalar bir araya gelebildiler ve basın açıklaması okundu. Gezi İsyanı’na atıfta bulunularak LGBTİ+fobiye, erkek egemen devlet politikalarına, heteroseksizme ve şiddete karşı yeniden “Direniş” temasıyla gerçekleşen Onur Haftası’na sosyalist ve feminist örgütlerden de dayanışma ve destek geldi. Sonuçta yarına duyduğumuz umut, birbirimizden aldığımız cesaret gücümüz oldu ve mücadelemizde ısrarcı olduk, olmaya da devam ediyoruz.

Cezasızlığa karşı bir kez daha İstanbul Sözleşmesi!

Diğer yandan, lubunyaların ve kadınların yaşamını korumayı hedefleyen İstanbul Sözleşmesi’nin dördüncü duruşması da 23 Haziran’da Ankara’da görüldü. Cumhurbaşkanlığı önceki beyanlarını olduğu gibi tekrar etti. Danıştay’ın 20 Temmuz’a kadar kararını açıklamasını bekliyoruz. Sözleşmeden hukuksuzca çekilme kararının cezasızlık politikalarını teşvik ettiği ise hiç bu kadar açık olmamıştı. Pınar Gültekin’i hunharca katleden, halatla bağlayarak varilde yakan, üstüne beton dökerek tam 243 kg varili sözde tek başına arabasına yükleyerek nehre atan, ertesi gün de ailesiyle tatile giden bir faile verilen, daha doğrusu verilmemiş olan ceza, bunun son örneklerinden biri oldu. Sanki katil Pınar’mışçasına Pınar’ın telefon kayıtları, hesap hareketleri irdelenirken katil bunlardan yaratılan senaryo üzerinden aklandı. Üstelik Pınar’ın beton dökülürken henüz canlı olduğuna ilişkin Adli Tıp raporu varken, cinayetin eziyet ederek işlenmediğinden hareketle katile haksız tahrik indirimi de verildi.

Erkek yargı, tıpkı Pınar Gültekin davasında olduğu gibi, kadın cinayeti faillerine haksız tahrik indirimiyle ödül gibi cezalar veriliyor. Hatta Hafize Kurban cinayetinde olduğu gibi, verilen indirimi yetersiz bulup yıllar sonra kararı bozarak cezaları düşürmeye çalışıyor. Bu cezasızlık politikası bundan sonraki potansiyel failleri de cesaretlendiriyor ve erkek şiddetini güçlendiriyor. Onur ayını geride bırakıyoruz ama bedenlerimize, emeğimize ve kimliklerimize dört bir taraftan saldıran erkek egemen kapitalist düzene karşı isyanımız dinmiyor. Kadın ve trans cinayetleriyle nefret suçlarının acilen önlenmesi, cezasızlığa karşı etkin soruşturma yürütülmesi, iyi hal ve haksız tahrik indirimlerine son verilmesi, İstanbul Sözleşmesi’nin ve 6284’ün uygulanması taleplerimizi ısrarla sürdürmemiz gerekiyor. Tam da bu yüzden lubunyalar ve kadınlar olarak birlikte aktif politik özneleri olduğumuz, düzen partilerinden bağımsız, seçim hesaplarını değil mücadelelerimizi ve taleplerimizi temel alan ve ilerleten bir acil eylem planı çerçevesinde kurulacak bir ittifaka ihtiyacımız var.

Yorumlar kapalıdır.