NATO zirvesinin ardından

29-30 Haziran tarihlerinde Madrid’de NATO zirvesi gerçekleşti. Zirvenin hedefi, askeri ittifakın nükleer, konvansiyonel ve sibernetik başta olmak üzere tüm alanlardaki kapasitesini artırma hedefi taşıyan 2022 Stratejik Konsepti’nin kabul edilmesiydi. Dünya halklarının düşmanı emperyalist askeri ittifak NATO, dünyanın herhangi bir bölgesinde devlet ve devlet dışı aktörlere karşı askeri müdahale yetkinliğini artırmak için yeniden yapılanıyor.

Ukrayna’nın Rusya tarafından işgali NATO’ya hiç beklemediği bir anda sunulan hayat öpücüğü oldu. Daha birkaç yıl önce Trump, ABD’nin NATO’dan çıkması ihtimalinden, Macron ise NATO’nun “beyin ölümünün gerçekleştiğinden” söz ediyordu. Irak ve Afganistan işgallerinin bilançosu, ABD ve genel olarak NATO’nun dünya halklarının nezdindeki meşruiyetine ağır bir darbe vurmuştu. Bununla birlikte, sözde Ukrayna’nın NATO’ya üyeliğini engellemek amacıyla başlayan Rus işgali, bu karşıdevrim ittifakına altın tepside sunulan bir fırsat oldu. “Büyük stratejist” Putin, Ukrayna’yı “tarafsızlaştırmak” iddiasıyla çıktığı yolda, “tarafsızlık” politikasının geleneksel savunucuları olan Finlandiya ve İsveç’in NATO’ya üyelik başvuruları ve dahası NATO’nun Doğu Avrupa’ya yaptığı devasa askeri yığınakla karşı karşıya kaldı.

Madrid’de, 10 yıl önce Lizbon’da gerçekleşen zirvede kabul edilen stratejik konseptin güncellenmesi ele alındı. Libya’ya askeri müdahaleyle başlayan bu 10 yıl, ABD ve müttefiklerinin Afganistan’daki utanç dolu geri çekilişi, Çin’in askeri yükselişi ve siber saldırılardan geçerek Ukrayna savaşıyla kapandı. Zirveden çıkan kararlar ise daha fazla silahlanma ve uluslararası gerilimin derinleştirilmesi oldu. NATO’nun müdahale birliklerinin sayısının 40 binden 300 bine çıkarılması ve ABD’nin Avrupa’daki askeri varlığını daha da artırması hedefleniyor. Öte yandan kabul edilen stratejik konsept belgesinde Çin “tehdit unsuru”, Rusya ise “en önemli ve doğrudan tehdit” olarak nitelendi. Ayrıca üye ülkelerin silahlanma bütçelerini artırmaları bekleniyor.

Putin’in Ukrayna hamlesi NATO’ya kendisini yeniden yapılandırması için tarihi bir fırsat sundu. Küresel bir karşıdevrim örgütü olan NATO’nun lağvedilmesi, Türkiye’nin NATO’dan çıkması ve ülkedeki NATO üslerinin kapatılması, Rusya’nın Ukrayna işgalinin derhal son bulması ve Ukrayna direnişinin desteklenmesi talepleri acil ve yakıcı önemini sürdürüyor.

Türkiye’nin diplomatik zaferi mi?

Finlandiya ve İsveç’in NATO üyeliklerine, “terör örgütlerini destekledikleri” gerekçesiyle karşı çıkan Erdoğan yönetimi Madrid’de gerçekleşen görüşmeler sonucunda geri adım attı ve bu iki ülkenin üyeliklerini onayladı. Erdoğan, üç ülke arasında yapılan anlaşmayı bir diplomatik zafer olarak sundu. Ne var ki, üç ülke arasında imzalanan muhtıranın, retoriğin ötesinde İsveç ve Finlandiya üzerinde herhangi bir yükümlülük yaratmadığı görülüyor.

Erdoğan’ın bu konuyu içeride kendisini güçlü gösterebilmek için ve ABD ile pazarlık kozu olarak kullanmaya çalıştı. Ne var ki, iktidar medyasında koparılan birkaç günlük gürültünün ötesinde Erdoğan yönetimi kendi adına herhangi bir somut kazanım sağlayamadı. Dahası bu imaj tazeleme çalışması, Kaşıkçı davasının hasıraltı edilmesiyle “bir avuç riyal için” Suud diktatörüyle el sıkışmanın, Filistin halkına zulmünü her geçen gün daha fazla artıran İsrail devletiyle diplomatik ilişkilerin en üst düzeye çıkarılmasının üstünü örtmek için yeterli olmadı. Maceracı ve yayılmacı dış politikası büyük bir hüsranla sonuçlanan Saray rejimi, ekonomik iflasın ardından “değersiz ve yalnız” konumundan çark etmek zorunda kalmış, bölgedeki bütün hasımlarıyla anlaşma yoluna gitmişti. “Dış politikanın iç politikanın devamı olduğundan” hareketle, içeride yaşanan çöküşün dışarıya da büyük bir fiyasko olarak yansıdığı ortada. Saray koalisyonun kendi bekası adına sürdürdüğü yayılmacı ve maceracı dış politikaya, sınır ötesi operasyonlara karşı en geniş emek ittifakını kurmak zorundayız.

Yorumlar kapalıdır.