6’lı Masa’nın ekonomi-politiği
Millet İttifakı’nı oluşturan CHP, İYİ Parti, Saadet ve DP ile DEVA ve Gelecek Partisi’nden oluşan 6’lı Masa’nın “Kurumsal Reformlar Komisyonu” ekonomik raporu açıklandı. Buna göre 6’lı Masa ittifakı iktidara geldiği takdirde Merkez Bankası’nın “bağımsızlığı” sağlanacak. Planlı-programlı iş yapılması adına “Strateji ve Planlama Teşkilatı” kurulacak. “Ekonomik ve Sosyal Konsey” hemen toplanarak işler hale getirilecek. “Durum ve Hasar Tespit Komisyonu” kurulacak. Bunların yanına önceden açıklanmış “Güçlendirilmiş Parlamenter Yönetim” modeli de kondu mu, kapitalist Türkiye küllerinden yeniden doğmuş olacak!
6’lı Masa ortaya koyduğu bu öneri ve anlayışla aslında şunu demiş oluyor: “AKP ilk 10 yılında ekonomide iyi işler yaptı. Demokratik hayatta da çözüm süreci, AB vb. derken doğru işler yapıyordu. Ama İslamcı bagajını terk edip gerçekten muhafazakâr demokrat olamadığı ve sonradan işi tek adamlığa vb. kadar götürdüğü için artık makbul değil.” Nitekim Millet İttifakı’nın DEVA ve Gelecek Partisi ile 6’lı Masa haline gelmesi tam olarak böyle düşünüldüğünün ikrarı. Oysa güzel denilen o ilk 10 yılda örneğin kamusal olan her şey özelleştirildi. Esnek çalışma adına sendikasız, örgütsüz, güvencesiz çalışma egemen kılındı. Bütün bunlar olurken Merkez Bankası da “bağımsızdı”. Devlet Planlama Teşkilatı da vardı. Neoliberal karşıdevrim anlayışıyla sermayenin ihtiyaçlarına göre gayet de güzel çalışıyorlardı. Dolayısıyla mesele biçimde değil, içerikte!
Gerçekten toplumun çoğunluğu için bir şey yapılacaksa, ki yapılmalı, bu özelleştirilen tüm kamu iktisadi kuruluşlarının öncelikle kamulaştırılması olmalı. Sağlık, ulaşım, belediye gibi temel hizmetlerin kâr amacıyla ve özel şirketler aracılığıyla yapılmasına son verilmeli, bütün bu hizmetler parasız, herkes için ulaşılabilir olmalı. Esnek çalışma rejimini egemen kılan 4857 sayılı kanun emekçiler lehine yürürlükten kaldırılmalı. Kadrosuz, güvencesiz, örgütsüz ve esnek çalışmaya son verilmeli.
Bu başlıklar şu açıdan önemli: AKP, oy desteği giderek artan oranda gerilemekle birlikte, mevcut derin ekonomik krize rağmen, halen birinci parti konumunu koruyor. Oy desteğinin yavaş ama sistematik şekilde gerilemesinin en önemli ve başta gelen nedeni olarak ise derin ekonomik kriz, artan hayat pahalılığı, enflasyon ve yoksulluk gösteriliyor. Başkanlık yönetimiyle iyice alenileşen parti-devlet yapısının, OHAL uygulamalarının, demokratik haklardaki gerilemenin toplumun çoğunluğu için ancak ekonomik krizle birlikte bir sorun olarak görüldüğüne dair bir algı var. Diğer bir ifadeyle ekonomi iyi kötü işlese bunca ağır ve derin demokratik-sosyal yıkıma ve soruna rağmen AKP’nin iktidar olmaya devam edebileceğine inanılıyor. Kutuplaşma, dindarlık, muhafazakârlık gibi açıklamalar bolca yapılıyor olsa da bunun tek bir açıklaması ve anlamı var, o da sınıf temelli politikanın olmaması. Daha doğrusu egemen burjuva düzenin ihtiyacına göre politika yapılması. Nitekim şapkadan tavşan çıkarma hamlesi de bu noktada devreye giriyor: Asgari ücrete, emekli aylıklarına yapılacak dolgun zamlar. 3600 göstergeden EYT’ye bir dizi hakkın karşılanması. Ucuz kredi ve destek musluklarının açılması. Aflar, silinen borçlar… Böylece AKP yeniden iktidar olabilir deniyor. Kısacası eldeki bir kuş, daldaki beş kuştan evla hale geliyor.
Buradaki kritik nokta, başta işçi sınıfı ve emekçiler olmak üzere toplumun çoğunluğunu oluşturan kesimler için Merkez Bankası’nın “bağımsız” olup olmaması değil kime hizmet ettiğidir. Merkez Bankası “bağımsız” iken Türkiye tarihinin en büyük özelleştirmeleri yapıldı. Emek ülkenin en ucuz, en kıymetsiz, en güvencesiz, en örgütsüz unsuru haline getirildi. Niye? Sermaye birikimine birikim katsın diye! AKP-MHP de, 6’lı Masa da sermaye partileri. Sadakaya ve sopaya razı değiliz ama benzer ürünün sanki çok farklıymış gibi farklı ambalajla önümüze konmasına da razı değiliz. Üretimin bir avuç sermaye sahibi için değil toplum için yapılmasını, kaynakların topluma harcanmasını, ulusal gelirin hakça ve eşit bölüşülmesini istiyoruz. Buradan başlayabiliriz…
Yorumlar kapalıdır.