Enflasyon acilen düşürülmeli, ücretler 3 aylık olarak düzenlenmeli!

Temmuz ayı itibarıyla asgari ücrete yapılan yüzde 29’luk zam işçilerin beklentilerini karşılamazken, bu zammın akabinde geçen bir ayda dahi satın alım gücünde ciddi bir düşüş oldu. Türkiye İstatistik Kurumu’nun açıkladığı yıllık enflasyon temmuz ayında yüzde 80’e 7 aylık enflasyon ise yüzde 45’e dayandı. Tüm bu resmi veriler asgari ücretle çalışan bir kişinin temmuz ayında yapılan zamma rağmen Ocak 2022’deki kadar gıda ürünü alamadığını gösteriyor. ENAG’a göre ise yıllık enflasyon oranı yüzde 176.

Yüksek enflasyon, zamlar ve hayat pahalılığı emekçilerin kronikleşen gündemi olmayı sürdürürken, Erdoğan yeni asgari ücretin “insanların omuzlarına binen hayat pahalılığı yükünü” azalttığını savunup halka sabırlı olmayı telkin ediyor. Bir yandan da Diyanet aracılığıyla “fiyatları tayin eden de rızkı veren de Allah’tır” mesajı verilerek ekonomik yıkımın sorumluluğu baştan savılıyor. Bunların kitleler nezdinde inandırıcı olmadığını ve onları sükunete sürüklemediğini, iktidarın erimekte olan tabanına ve mevcut toplumsal desteğine bakarak söylemek mümkün. Ancak kitlelerin acil sorunlarına herhangi bir çözüm önermeyen, toplumsal huzursuzluğu yalnızca seçimlere kanalize etmeye çalışan 6’lı ittifak gibi burjuva muhalefet anlayışı da örtülü bir sabra teşvik etmenin ötesine geçmiyor.

Patronların kârları yükseliyor, zararları hazineden yapılan teşviklerle toplumsallaştırılıyor

İktidarın Merkez Bankası rezervleri ve faiz politikası sonrası tırmanışa geçen dövizi kontrol altına almak için uygulamaya başladığı Kur Korumalı Mevduat (KKM) için bütçeden ödenen tutardan 85 milyon vatandaşın her birine binen yük yılın ilk dört ayı için 436 lira oldu. Bu mevduattan kazanç sağlayan şirketlere tanınan vergi istisnası ile toplam yük 555 liraya çıkıyor. Ve bu vergi istisnası geçtiğimiz ay çıkan Cumhurbaşkanı kararına göre de uzatıldı. İktidarın seçimleri esas alan ekonomi politikası enflasyonu azaltan önlemlere yönelmek bir yana, aksine artıran, zira sözde “büyümeyi” temel alan bir hat izliyor. Bu politika her geçen gün sermaye ile emekçi kitleler arasındaki gelir uçurumunu artırıp, ücretli çalışanları daha fazla yoksulluğa mahkûm ederken, ülkenin geleceğini de ipotek altına alıyor. Zira şu an sadece devletin borçlarının faiz yükü bir yılda 1 trilyon TL’den 3 trilyon TL’ye çıktı. Sosyal kesintiler, vergi artışları ve enflasyonla bu borç zorla bizlere ödettiriliyor.

Bir diğer sorun ise yükselen konut fiyatları. Yüksek kiraların başrol oynadığı satın alma gücündeki erozyon nedeniyle büyük kentlerden ve sahil beldelerinden tayinlerini isteyen kamu personeli ve doktor sayısındaki artış, meslek örgütlerinin de gündeminde. Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Eş Genel Başkanı Mehmet Bozgeyik, reel anlamda kamu çalışanlarının ücretlerindeki değer kaybının büyük kentlerde yaşamayı daha da zorlaştırdığını; özellikle İstanbul, Ankara, İzmir ve gözde sahil kentlerinde çalışan bir memurun maaşının yüzde 70’ini kiraya vermek zorunda olduğunu belirtiyor. Kiralara getirilen azami yüzde 25 artış, sorunu ev sahipleri ile kiracıların üzerine yıkarken, özellikle üniversite öğrencilerinin metropollere dönüş yapacağı eylül ayından itibaren, çok büyük bir barınamama sorunu ile karşı karşıya kalacağız.

Yaşadığımız hayat pahalılığı yani yüksek enflasyon, aynı zamanda borcun enflasyon yoluyla halka ödettirilmesidir. Krizin faturasını emekçiler değil patronlar ödemeli! Sadece servetlerin vergilendirilmesiyle bile işsizlik sorunu çözülebilir, hem de insanca yaşam geliri sağlayacak kaynaklar yaratılabilir. Enflasyon acilen düşürülmeli, emekçilerin alım gücünün düşmesi engellenmelidir. İşçi denetiminde üretime dayalı yeni bir ekonomik düzen kurmak için kaynak var ve bu kaynak yoksul halka, işçi ve emekçi kitlelere aktarılmalıdır.

Yorumlar kapalıdır.