Okur mektubu: “Bizler söküp almadıkça o hakları bize vermeyecekler”

Bugünlerde ekonomik kriz nedeniyle işçileri çıkarma oranı bir hayli yüksek. Çoğu şirket küçülmeye gitme adı altında işçi çıkarıyor ve bu oran her geçen gün artıyor. Bunun yanında, işçiyi tazminatsız çıkarmak için yıldırmaya çalışıp mobbing altında çalıştırdıkları işçi oranı daha da yüksek. Ben de o birçok işçiden biriyim. Bir anda iş tanımımız dışında her işi yaptığımız, ağzımızı açsak kapının gösterildiği, yaptığımız işin her gün artmasına karşın aldığımız ücretin düştüğü, her şirketin 8-10 şehrin ihalesini almasından kaynaklı bizi ihalesini aldıkları her şehre ya da ilçeye istedikleri zamanda gönderdikleri bir ortamda bulduk kendimizi. Tabii bunlar bir anda mı oldu, uzunca düşünmek gerekir.

Böyle bir ortamda ne yapabiliriz diye düşünüp sorarken birkaç cevaba denk geldim. 1) İşten çıkarılana kadar bu duruma direnmek ve çıkardıkları gibi mahkemeye başvurmak. 2) Direkt çalışırken mahkemeye başvurmak, sonrasında tabii ki işten atılmak. 3) Herhangi bir sendikaya üye olup, sonrasında muhtemelen işten atılmak ve mahkemeye başvurmak vesaire. Tüm bu seçeneklere bakıp neden kimse iş ve işyeri koşullarını iyileştirebilecek durumlardan söz etmiyor diye düşünmek üzereydim ki faydasız olduğu aklıma gelince düşünmekten vazgeçtim. Ardından ise evet, mahkemeye başvurabilirim fakat nedir haklarım, diye şöyle bir araştırmaya başladım.

Öncelikle devletimiz sosyal ve demokratik bir cumhuriyetmiş, bunu öğrendim. İşçilerin yanında; ama arada bir patronların hakkını da gözeten sosyal devlet anlayışını benimseyip özümseyen bir devletmiş. Yani en azından yasalarda öyle yazıyor! Sonra sosyal devlet anlayışının gereği olan birçok işçi ve işveren ile ilgili yasaları, mevzuatı okudum. Bir de ne göreyim? Bizi idare etsin diye seçtiğimizi zannettiğimiz ve oluşturduğumuz ulusal siyasi örgütümüz veya adı her neyse bütün bu organizasyonun adı devlet değil de aslında tipik bir şirketmiş. Starbucks gibi, fakat birkaç farklılık var tabii. Mesela bu şirketin sermayesi doğa. Sonra doğan her insan bu şirketin ürünü yani metası, mahkemeler şirketin ne kadar iyi olduğunu göstermeye çalışan reklam ajansı ve vergilerimiz ise bu şirketin kârıymış. Yani aslında ben bir şirketin içinde kurulan bir şirkette çalışıyormuşum. Ve bu şirkette hukukun da karton pipetler gibi bir işlevi olduğunu gördüm. Alakasız görünebilir. Starbucks’ta oturulan sandalyeden tutun da ürünlerin geldiği poşetler ve servislerinde kullandıkları malzemelere kadar hemen hemen hepsi plastikken, kâr uğruna dünyayı yok edenler kendileri değilmiş gibi, doğaya olan hassasiyetlerini göstermek için plastikten değil de kartondan pipetler üretiyorlarmış. Ve yaptıkları reklamlar sayesinde insanlar karton pipet dışında plastikleri görmüyor haliyle. Yani Starbucks doğayı korumak için nasıl ki karton pipet üretiyorsa bizim devletimiz de aynı duyarlılıkta işçi hakları için kanunlar koymuş. Ve öncelikle bu kanunların işçiyi koruduğuna kendilerini inandırmışlar. Bu kanunlar işçinin haklarını gözetiyormuş gibi görünse de aslında bir gün her şeyin iyi olacağına dair umutlarımızı diri tutup köleliğe devam edecek takatimiz kalsın diye arada bir verilen çay molaları gibi. Bu yüzdendir ki o hakkı bizler söküp almadıkça ne herhangi bir dinin hukukuyla ne de kapitalizmin hukukuyla o hakları bize verecekler.

Diyarbakır’dan bir enerji işçisi

Yorumlar kapalıdır.