Sansür yasası, başörtüsü tartışması ve anayasal haklar!

CHP Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun seçimlere dönük başörtüsü çıkışı etrafında dönen tartışma hem iktidar hem de Altılı Masa kanadında adeta şu soruyu gündeme getirdi: “Hangimiz hak ve özgürlükleri garanti altına almaya daha istekliyiz?”

Meselenin niyet ve retorikten bağımsız olarak anayasal güvence konusuna gelmiş olması oldukça önemli gibi görünse de, kadın bedeni, hak ve özgürlükler ekseninde yapılan bu tartışma bir seçim malzemesi olmanın ötesine geçemiyor. Zira başörtüsü önündeki engeller özellikle anayasa değişikliklerine girmeden fiili olarak kamuda kaldırılmış durumda. Hatta iktidar tarafından bizzat bu özgürlüğün iktidarın yalnızca varlığı ile garanti altına alınan, iki dudağı arasında olan, yokluğu halinde ise uçup gidecek bir uygulama olduğu korkutması yapılmakta. Meselenin yine iktidar kanadında referandum noktasına getirilerek adresin millet olarak gösterilmesi ise bu siyasi şovun bir parçası niteliğinde.

Erdoğan başörtüsü tartışmasına cevabını Diyarbakır’ı örnek göstererek veriyor. Diyarbakır’da şu an insanların geceleri de sokaklarda olmasını kendi iktidarına borçlu olunduğuna bağlayarak her insanın hak ve özgürlük talebini sessiz devrimlerle karşıladığını söylüyor ve hak ve özgürlükler mücadelesinin öncü siyasi hareketi olduklarını “hatırlatıyor”. Ve tüm bu tartışma sürerken AKP ve MHP’nin hazırladığı 40 maddelik “dezenformasyonla mücadele yasası” adı verilen ama gazetecilerin ve meslek örgütlerinin “sansür yasası” olarak adlandırdığı, muhalefeti susturmaya ve kriminalize etmeyi amaçlayan kanun yürürlüğe giriyor. Dezenformasyonla mücadele kapsamında hazırlanan bu yasa ile beklenen İstanbul depremi, ENAG enflasyon verileri, 128 milyar doların akıbeti, askeri harekâtlardaki gelişmeler ve daha nicelerini haberleştirmek savcıların yorumlarıyla suç kapsamına girebilecek. Suçun kapsamına da, bilginin doğru ya da yalan olduğuna da savcılar, hakimler ve haberin konusu olanlar karar verecek. Kısaca yasa, fikir ve ifade özgürlüğü ile haberleşme özgürlüğünün daha sert bir denetim altına alınmasını amaçlıyor. Hak ve özgürlüklerin anayasal güvence altına alınmasını savunan, en önemli seçim vaadi “güçlendirilmiş parlamenter sistem” ile parlamentoya dönmek olan CHP’nin ise 90 milletvekilinin bu yasanın oylamasında yer bile almadığı görülüyor.

Özetle, mesele temel demokratik hakların anayasal güvence altına alınması ise en başta bu anayasa sebebi ile hapse atılan, cezalandırılan, mesleğinden menedilen siyasetçilerin, gazetecilerin, sol, sosyalist ve tüm diğer muhalif kesimlerin, en temel demokratik haklarından mahrum edilen binlerce insanın özgür olması gerekir. Çünkü demokratik hak ve özgürlükler seçim vaadi olamaz ve gerçekten garanti altına alınması öncelikle mevcut Tek Adam rejiminin ve onun anayasasının toptan değişmesini gerektirir. Böylesi bir anayasa bugünkü meclisin bileşimine ve gerek iktidar gerekse de muhalefet partilerinin seçim hesaplarına bırakılamaz. İşçiden ve emekçiden yana yeni bir anayasa barajsız seçimler yoluyla, siyasi partilerin propaganda özgürlüğünden eşit bir şekilde faydalanabileceği, işçilerin, emekçilerin, kadınların, Kürtlerin ve toplumun tüm ezilen kesimlerinin dahil olacağı Bağımsız ve Egemen Kurucu Meclis ile mümkün olabilir.

Yorumlar kapalıdır.