Patriyarka ve devletin evliliğinden doğan Türkiye Yüzyılı ailesi
İktidarın “aileyi güçlendirme” adı altında mevcut sosyal ve ekonomik yıkımı aile içinde örtbas etme projesi devam ediyor. Geçtiğimiz günlerde 8. Aile Şurası düzenlendi ve Cumhurbaşkanı Erdoğan muhafazakâr yeni nesillerin yeniden üretimi için ailenin önemini vurgulayan konuşmalar yaptı. Lgbti+ düşmanlığını yineledi. Bir sonraki buluşmanın 3 Kasım’da Aile Sempozyumu’nda olacağını Adalet Bakanı’nın duyurusundan öğrendik. Adalet Bakanı’nın bu bileşende yeri ne derseniz, Türkiye Yüzyılı aile projesinin önemli hedeflerinden biri de “nafaka sorununu çözmek”.
Nafaka karşıtı siyasi ittifakın öncülerinden Yeniden Refah Partisi (YRP), Cumhur İttifakı çatısı altında girdiği Meclis’te verdiği ilk yasa teklifinin konusunu kadınların nafaka hakkının kısıtlanması hedefine ayırdı. Verdiği teklifin gerekçesinde nafaka kelimesinin geçtiği her yere “süresiz” ifadesini ekleyerek bir algı oyunu yaratılmaya çalışıldığı muhakkak.
Teklifte Medeni Kanun’a eklenmesi önerilen fıkra şöyle: “Nafakanın kesilmesi sonunda, alacaklı tarafın mağduriyetinin devamı halinde, mağduriyet Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığınca oluşturulacak fondan karşılanır.” Erkek egemenliğinin devlet eliyle nasıl korunduğu bir cümleyle ancak bu kadar güzel ifade edilebilirdi! Türkiye Yüzyılı ailesi projesinde; evlilik süresi içinde hiçbir karşılık almadan ev içi emek yükünü üstlenen kadınlar en iyi ihtimalde kayıtdışı ve güvencesiz işlerde çalışabilmişken, erkeğin yıllarca çalışmasına engel olduğu kadının ve bakım emeğini üstlenmediği çocuğun sorumluluğu Bakanlıkça oluşturulacak bir fona yüklenmiş durumda. Üstelik bu fon da aslında kamu kaynaklarına işaret ediyor, yani boşanan erkeğin sorumluluklarını hep birlikte üstleniyoruz. Oysa yoksulluk nafakası, evlilik süresince erkeklerin görünmeyen kadın emeğinden yararlanarak kazandıkları gelirin evlilik bittikten sonra görünürlüğünün sağlanıp kadına hakkının iade edilmesini mümkün kılan bir düzenlemedir. Pek tabii ki kazanılmış nafaka hakkımız haricinde boşandıktan sonra yoksulluğa düşen kadınların güvenceli iş bulabilmesi, babadan kocadan bağımsız sağlık sigortasının olması, kalacak yer bulabilmesi devletin de yükümlülüğündedir, ancak bu nafaka hakkıyla takas edilemez, erkeğin yükümlülüğü ortadan kaldırılamaz. YRP’nin nafaka yükümlüsü erkeklere ödül gibi verilen nafaka düzenlemesine esastan itirazımız var!
H.K.G. davasında adalet sağlandı mı?
Cumhurbaşkanı yine 8. Aile Şurası’nda “Anayasamızın 41. Maddesi çok açık ve nettir. Aile, Türk toplumunun temelidir. Devletin sorumluluklarını da ifade etmiştir. (…) Ahlak ailede kuşanılır. İnanç ailede yerleşir. Merhamet, şefkat, hürmet, sevgi ailede edinilir,” diyor. Oysa Türkiye Yüzyılı ailesinde şiddet, sömürü ve istismar var. Devletin çocukların ihmal ve istismardan korunmaları için önlem alıp almadığını yalnızca H.K.G. davasına bakarak bile görebiliriz. Faillere toplamda 66 yıl hapis cezası verilmesi vicdanları rahatlatmamalı. Daha önce iddianamesi HSK tarafından reddedilmiş, reşit olup boşandıktan sonra kendi davasını takip eden ve mahkemeyi ancak 6 yaşındaki nişan fotoğraflarını sunarak ikna edebilen bir kadının hukuk mücadelesinden bahsediyoruz. Ve elbette bu davayı sahiplenen onlarca kadın örgütünün yıllardır sürdürdüğü destek ve dayanışmadan… Oysa soruşturma genişlemedi, istismarda işbirliği olan kamu görevlilerine hiçbir ceza verilmedi. Ne çocuğun yaşını büyüten idari kurumlar ne de çocuğun hamileliğini gizleyen sağlık kurumları denetlendi.
Peki başka H.K.G’lerin olmadığının veya olmayacağının garantisi nedir? Zira çok açık ki kadınların, çocukların ve lgbti+ların maruz bırakıldıkları hak ihlalleri çoğu kez kamu kurumlarınca örtbas ediliyor. Bu yüzden H.K.G. kararı kimsenin vicdanını rahatlatmayacağı gibi, tüm kamu kurumlarının denetlemesi ihtiyacını ortaya çıkarıyor. Bu da bizi yeniden, devletin sorumluluklarını da sıralayan Anayasa’nın gerçekten uygulanması ve çocukları, kadınları, lgbti+ları erkek şiddetinden koruyacak denetim mekanizması öngören İstanbul Sözleşmesi’ne olan ihtiyaca götürüyor.
Yorumlar kapalıdır.