Bir metal işçisinden okur mektubu: “Bir işgününden bana kalan nedir?”

Merhaba sevgili Gazete Nisan okurları,

Sizler okursunuz da ben yazar mıyım? Maalesef değilim efendim. Bırakın yazmayı okumayı, daha konuşmanın üstesinden gelmiş bile değilim. Fakat sizlere bir metal işçisinin bir gününü anlatmak için yazma cüretinde bulundum. Şunu da belirtmeliyim ki bir işçinin bir günü de, bin günü de birdir.

Bir işgünü

Kış sabahları günün kör karanlığında ve tenhasında, yazları ve baharları ise sabah güneşinin ilk ışıkları ile 6 sularında genelde yorgun argın olarak kalkar, yarım saat içinde fabrikaya giden araca yetişmeye çalışarak günün hengamesine karışırım.

İşbaşı zili 8’de çalar. Bir yandan el işçileri çekiçleriyle demir dövmeye başlarlar, bir yandan da makine işçileri makine başında uyku mahmurluğuyla aç bir çocuğu doyurur gibi demirleri, sacları, pikleri makinenin ağzına vermeye başlarlar. Yöneticiler, ustalar, sorumlular telaş içinde ellerinde listelerle fabrika sahasında belirirler ve işçiler uyku mahmurluğundan sıyrıldıkça o makineler artık aç çocuk değil, doymak bilmez canavarlar olmalıdır.

Bu canavarların iştahı dipsiz kuyu gibidir. Bana mısın demez; attıkça kaybolur, attıkça yitip gider koca koca demirler ürünlere dönüşmek üzere. Bu dönüşüm başka bir işçinin sürüklemesiyle, çekmesiyle, taşımasıyla dolaşıma girer; eğilirler, bükülürler, boyanırlar, jelatinler içinde ambalajlanırlar. Evden duşunu alıp tertemiz geldiği fabrikada terli tozlu, yağlı kirli biri haline gelen işçinin tersine pırıl pırıl üründür artık bu çirkin, soğuk madenler.

Ellerindeki uzun listelerin kulakları sağır eden makinelerin temposunu artırdığını zanneden yöneticilerin bilmedikleri şey, tempoyu belirleyenin işçinin çaresizliği olduğudur; işçilerin eksik parmaklı, bel fıtıklı, ev kiralı, çoluk çocuklu oluşları olduğunu yeterince kavrayamazlar. Kavrayanlar olsa bile önce kendine dönüp bakar; belki yeni bir ev, araba modelinin eskiliği gibi dertlerini fark ederek bu kavrayışı balık hafızası hızında unutur gider. Bunu en iyi bilen patrondur. O her şeyi çok iyi bilir. Jelatinli ürünlere ışıltılı gözlerle bakar; sonra donuk bakışını, memnuniyetsizliğini “Daha hızlı, daha fazla ürün” diyerek pusmuş, ürkmüş, kirli tozlu, garip işçilere sertçe, tavizsiz yöneltir. O hep mutsuzdur ama her ay yeni bir makine alınır milyonlarla.

Liste uzunluğu genelde bir günlük üretimde yetişmeyecek kadardır her zaman. Listenin uzunluğu göz ardı edilir, listenin yetişmeyişine odaklanılır ve hep başaramayan işçilere darılırlar, küserler. Kendinde eksiklik gören bazı işçiler daha çok yorulurlar, daha çok gammazlarlar bazen kaytaran arkadaşlarını, fakat ay sonunda onun için de hiçbir şey değişmemiştir. Yine yetmez her zaman yetmez aldığı maaş, diğer arkadaşlarında olduğu gibi. Fakat bu dargınlıktan, iş emirlerinin yoğunluğundan hiç etkilenmezler. Etkilendikleri zamanlar yılbaşına yakın zamanlardır. Birden işler yavaşlar, yoğun tempoya alışmış işçiler afallar, hatta gün içinde canları sıkılacak zamanı bile bulurlar. Bazı haberler yayılır fabrika içinde. İşler çok kötüdür, işçi çıkarma ihtimali vardır. Birkaç kişi gönderilir, iyice korku büyür. Zamlarda anlaşıldıktan sonra işler birden tekrar aynı tempoya girer. İşçilerin mutsuzluğu, korkuları dağılır, o özledikleri yorgunlukla yaşamaya devam etmenin mutluluğuyla şükredilir, cumalara akın edilir. Böyle devam eder durur devran. Böyle böyle her gün biter bu çalışma günleri. Hepimiz neredeyse haftanın her günü çalışırız sabah 8, akşam 8 olmak üzere.

Akşam eve gelmem 9’u geçer. Duş, yemek, pijama terlik, bir de üstüne çay da içmek istersem saat 11’i geçmiştir, artık yatma zamanı. “Bir günden bana kalan nedir?” diye sorduğumda gördüğünüz gibi günden geriye bir şey kalmadığı gibi, yaşam maliyetim için de geriye kalmayan maaşım için çabalar dururum. Dedim ya, ben bir yazar değilim. Okumaya, yazmaya, gezmeye, öğrenmeye, anlamaya vaktim yoktur. Beni anlayacaklar benim gibi işçilerdir. Gelin birlik olalım, kurtaralım yaşanmamış hayatlarımızı.

Metal işçisi Yılmaz

Yorumlar kapalıdır.