İkinci Dünya Savaşı’nda Nazizmin yenilgiye uğratılmasından 80 yıl sonra
30 Nisan 1945’te Nazi lideri Adolf Hitler intihar etti. Alman orduları 2 Mayıs’ta Almanya’nın başkenti Berlin’de teslim oldu. İkinci Dünya Savaşı’ndaki Nazi yenilgisi, insanlık tarihindeki en büyük devrimci ve demokratik zaferi temsil ediyordu.
Almanya’daki Hamburg Radyosu, 1 Mayıs 1945 günü 22.30 civarında Anton Bruckner’in 7. Senfonisi’nin yayınını keserek şoke edici bir duyuru yaptı: “Karargâh, Führerimiz Adolf Hitler’in Bolşevizme karşı son nefesine kadar savaşarak bu öğleden sonra Almanya için hayatını kaybettiğini bildirmiştir.” Sonunda olayın görgü tanıkları Hitler’in ölümüyle ilgili bu versiyonu yalanladı. Hitler o gün çatışmada ölmemiş, bir gün önce eşi Eva Braun ile birlikte Berlin’deki Başbakanlık binasının altındaki sığınakta bulunan metro ofisinde intihar etmişti. Cesetleri yakıldı ve sığınağın dışına gömüldü.[1]
Hitler’in intiharı, Nazi rejiminin nihai çöküşü ve Kızıl Ordu’nun kapsamlı saldırısının ardından Berlin’de kuşatılan Alman ordusunun İkinci Dünya Savaşı’ndaki yenilgisi anlamına geliyordu. İki gün önce Faşist lider Benito Mussolini, Müttefik ordularının ilerleyişi sırasında İtalyan partizanlar (gerillalar) tarafından yakalanıp kurşuna dizilmişti.[2]
1943 Stalingrad Muharebesi, savaşın gidişatını değiştirdi
Mart 1939’da Alman orduları Çekoslovakya’yı işgal etti, eylül ayında Polonya’ya girdi. İşgalden bir hafta önce, başında Josef Stalin’in bulunduğu Sovyetler Birliği’nin bürokratik liderliği, Polonya’yı paylaştıkları Hitler ile korkunç ve skandal bir “barış ve karşılıklı yardım” paktı imzalayarak Nazilerin ilerleyişini kolaylaştırmıştı.
Rus devrimci lider Lev Troçki, 1933’te Almanya’da Nazizmin yükselişinden bu yana yeni bir emperyalist savaş olasılığına dikkat çekiyordu ve Alman-Sovyet paktını “Stalin’in Sovyet oligarşisini korumak için faşist emperyalizme teslim olması” olarak nitelendirdi.[3] Faşizmin ve Nazizmin amacının, fethedilen ülkelerde işçiler üzerinde aşırı sömürü dayatan rejimler kurmak ve bürokratik diktatörlüğe rağmen 1917’deki büyük devrimci zaferle elde edilmiş sosyalist kazanımların hâlâ korunduğu Sovyetler Birliği’ni haritadan silmek olduğunu vurguluyordu.
Keza 1941 yılının Haziran ayında, Nazi Almanyası’nın Sovyetler Birliği’ni işgali olan Barbarossa Harekâtı başladı. Stalin’in Hitler’le yaptığı pakta olan güveni ve “Troçkist” muhalefeti ezmek adına Stalinist bürokrasi tarafından yürütülen tasfiyelerle başsız bırakılmış Kızıl Ordu’nun dağınık durumu, Nazi savaş makinesine karşı koyulmasını engelledi. Aralık ayına gelindiğinde Nazi ordusu Litvanya, Belarus ve Ukrayna’yı işgal etmiş; Moskova kapılarına dayanmış, Stalingrad’ı (Volgograd) işgal etmiş ve Leningrad’ı (St. Petersburg) kuşatmıştı. 1942 yılına gelindiğinde ise Avrupa’nın büyük bir kısmı ve Sovyetler Birliği’nin üçte biri Nazizmin ve faşizmin egemenliği altına girmişti.
Ancak yaşanan tüm korkunç sıkıntılara rağmen Sovyet halkı toparlanmayı başardı ve Kızıl Ordu’yu yeniden ayağa kaldırdı. Başlangıçtaki felaketin ardından ordunun başına Sovyetler’in en yetkin generalleri getirildi: Georgi Jukov, Konstantin Rokossovski ve Vasili Çuykov. Stalin kendisini “Savunma Komutanı” ilan etti. Böylece Sovyet halklarının “Büyük Yurtseverlik Savaşı” başlamış oldu. Şiddetli çatışmalarda ve bürokrasinin neden olduğu sürekli felaketlere rağmen Kızıl Ordu, kaybedilen toprakları geri almaya başladı ve Nazileri geri püskürttü. Şubat 1943’te, savaşın seyrini değiştiren ve Nazizmin sonunun başlangıcını işaret eden muharebede Stalingrad’ı işgal eden Nazi kuvvetlerinin teslim olmasıyla ilk büyük Sovyet zaferi elde edildi.
Bu zafer, işgal altındaki halklara Nazilerin yenilebileceği umudunu geri verdi. Direniş hareketleri her yerde güç kazandı. Polonya’da Nisan 1943’te Varşova Gettosu, Ağustos 1944’te ise tüm şehir, Stalin’in emriyle yalnız bırakılmış olmasına rağmen ayaklandı.[4] Fransız maquis direnişçileri, İtalyan partizanlar ile Yugoslav ve Yunan gerillaları da giderek güçlendi. Haziran 1944’te İngiliz ve Amerikan birlikleri Fransa’nın hâlâ Nazi işgali altındaki Normandiya kıyılarına çıkarma yaptı. Ağustos ayında ise direniş Paris’i özgürleştirdi.
Berlin Muharebesi ve Nazi rejiminin sonu
Kızıl Ordu, 12 Ocak 1945’te Alman topraklarına girdi. Ezici bir ilerleyişin ardından, 14 Nisan’da Berlin’in etrafına ulaşıldı. İki gün sonra Avrupa’daki savaşın son büyük muharebesi başladı. Naziler kuşatma altındaki şehri savunmak için iki savunma hattı oluşturdu. Barikatlar ve yüzlerce sığınak hazırladılar; Kızıl Ordu tanklarının ilerleyişini bomba atarlarla durdurmaya çalıştılar. Sovyetler için bu savaşın bedeli çok ağır oldu. Yalnızca bu muharebede 80 bin kişi hayatını kaybetti, 270 binden fazla kişi de yaralandı.
Son çatışma, şehrin merkezindeki en yüksek bina olan Reichstag’ın (Parlamento) kontrolü için yaşandı. Bu binanın ele geçirilmesi simgesel bir anlam taşıyordu. 30 Nisan öğleden sonra, Sovyet askerleri binayı ele geçirdi ve üzerinde kızıl bayrağı çekti. Aynı saatlerde Hitler intihar etmişti.
Berlin savunmasından sorumlu komutan, 2 Mayıs’ta Sovyet generallerine teslim belgesini imzaladı. Altı gün sonra İngiliz, Fransız ve Amerikalı generallerin de katılımıyla bir tören düzenlendi. Bu törende, Jukov ile birlikte Alman komutanlığının kesin teslimiyetini belgeleyen bir antlaşma imzalandı. Böylece Avrupa’daki savaş; 22 milyonu Sovyet yurttaşı olan 50 milyondan fazla ölüyü geride bırakarak sona erdi.
Troçkist akımımızın kurucusu ve önderi Nahuel Moreno, Nazi faşizminin yenilgisini, bürokratik ve hain önderliklere rağmen “insanlık tarihindeki en görkemli devrimci zafer” olarak tanımlamıştı.[5] Çünkü Nazi faşizmi sadece Yahudileri değil Romanları, solcuları, eşcinselleri ve totaliter, ırkçı rejimlere karşı çıkan herkesi zorla gönderdiği toplama ve çalışma kamplarıyla, kapitalist sistem altında yeni bir köleci toplumun nüvesini temsil ediyordu. Alman barbarlığının savaşta yenilmesi, Nazi-faşist emperyalist karşıdevrimin tüm dünyaya yayılma girişimini durdurdu.
Yeni bir devrimci aşama
Sovyet ve Avrupa halklarının zaferi, dünya çapında kitlesel hareketlerin büyük yükselişine sahne olan yeni bir devrimci aşamanın kapısını araladı. Nahuel Moreno, Nazizmin yenilgisinin dünya çapında yeni bir devrimci aşamayı başlattığını belirtmişti. Savaşın sona ermesinden itibaren “dünya proletaryası ve kitleleri bir dizi görkemli zafer elde etti. Bunların ilki, emperyalist karşıdevrim anlamına gelen Nazi ordusunun Kızıl Ordu tarafından yenilgiye uğratılmasıdır. Bu zafer, SSCB’yi yöneten Stalinizmi konjonktürel olarak güçlendirse de, temelde devrimci bir başarıdır.”[6]
Gerçekten de o dönemden itibaren halk kitleleri birçok başarılı devrimin öncüsü oldu, onlarca sömürge bağımsızlığını kazandı ve Yugoslavya, Çin, Küba ve Vietnam gibi ülkelerle birlikte dünyanın üçte birinde burjuvazi mülksüzleştirildi. Ancak bu süreçte işçi ve kitle hareketinin bürokratik önderlikleri de güç kazandı. Örneğin Stalin, artan otoritesini sosyalist devrimin yayılmasını engellemek ve Avrupa’nın kapitalist restorasyonu için emperyalist hükümetlerle anlaşmalar (Yalta ve Potsdam) yapmak üzere kullandı. Stalin’in ölümünden sonra da diğer Stalinist bürokrasiler veya burjuva milliyetçi aygıtlar ve önderlikler bu politikayı sürdürdü.
1980’li yıllardan itibaren dünyanın üçte birindeki bu bürokrasi tarafından desteklenen kapitalist restorasyon süreci ve Stalinist diktatörlüklerin çöküşü, yeni bir devrimci aşamayı beraberinde getirdi. Bu yeni aşamada, her türden emperyalist karşıdevrime ve kapitalist dünya egemenliğine kesin olarak son verecek devrimci bir önderliğin inşası tarihsel bir görev olarak hâlâ önümüzde durmaktadır.
Francisco Moreira
[1] Oliver Hirschbiegel’in yönettiği “Çöküş” (2004) filmi, Hitler ve yandaşlarının sığınakta geçen son günlerini konu alır.
[2] Bkz. El Socialista Sayı 602, 11.04.2025. www.izquierdasocialista.org.ar adresinden erişilebilir.
[3] Lev Troçki. “Alman-Sovyet İttifakı” (04.09.1939), Yazılar (1929-1940) içinde. www.marxists.org adresinden erişilebilir.
[4] Bkz. El Socialista Sayı 558, 12.04.2023 ve Sayı 588, 21.08.2024. www.izquierdasocialista.org.ar adresinden erişilebilir.
[5] Nahuel Moreno, Devrimci Marksizm ve 20. Yüzyıl Dersleri. Enternasyonal Yayıncılık.
[6] Nahuel Moreno, Günümüz Programı – Geçiş Programı’nın Güncellenmesi. h2o kitap.
Yorumlar kapalıdır.