Brezilya: İşçiydin sen, işçi kalsaydın Lula…

Bunalıyoruz çocuk, bunalıyoruz.

Biçim veremediğimiz şeylerin biçimini alıyoruz…

Şükrü Erbaş

 

Lula da Silva, en aşağıdan geldi. Teneke mahallede yaşayan, fakirlikten kırılan bir ailenin sekizinci çocuğuydu. 10 yaşında ayakkabı boyacılığı yapıyordu. Ekmeğini bir metal işçisi olarak kazandı. Serçe parmağını iş kazasında kaybetti. 1980 yılında askeri diktatörlüğe karşı gelişen muazzam seferberlik dalgasıyla bir işçi önderine dönüşecek, Brezilya sermaye sahiplerini titretecek bir politik güç olan İşçi Partisi’nin (PT) lideri olacaktı.

8 yıl yoksulların koşulsuz desteği altında Brezilya devlet başkanlığını yürüten bu adam, görevini halefi Dilma Rousseff’e devretmeden önce, korkunç derecede zenginleşmişti. Ulusal petrol şirketi Petrobras’ın yönetim kurulu toplantılarına katılıyor, eski Portekiz sömürgelerinde uluslararası ihaleler kovalıyor, ABD başkanı Obama’yı kendisine ait ultra lüks tatil evinde ağırlayıp, Recep Tayyip Erdoğan ile zafer işaretli pozlar veriyordu.

En yakın danışmanları ve parti şefleri kampanyalar için paralı eylemciler tutmak ve geleceklerini güvenceye almak amacıyla yasadışı büyük çaplı para transferlerine karıştıkları için daha 2005 yılından itibaren yargılanmaktaydılar. Kendisinin arkasından gözyaşı dökenlere bakmayın; siyasi kariyeri biterken, dünyanın en radikal ve örgütlü işçi hareketlerinden birini enkaza çevirmişti.

Lula ve partisi iktidar yılları boyunca, yoksulların finansal seçkinlerin yol açtığı rüşvet ve yozlaşmaya karşı kararlı mücadele yönündeki taleplerini ısrarla geçiştirdi. Bunun yerine, Erdoğan AKP’siyle fazlasıyla benzerlikler taşıyan, sosyal destekler, yoksulluk ödenekleri ve tüketici kredilerinin uyuşturan etkisini tercih etti.

Lula’nın Brezilya’sında sendika liderleri grevlerden caydırıldı, özelleştirme dalgalarına karşı talepler bastırıldı, madencilik, bankacılık ve tarımsal ticaret alanına yönelik yolsuzluk ve rüşvet soruşturmaları önlendi.

Uzun iktidar yılları boyunca Lula’nın PT’si giderek bir sermaye partisi görünümü kazandıkça, seçmen tabanı daha bir fakirleşti.

Yol ayrımı

Geçtiğimiz günlerde, Brezilya Yüksek Mahkemesi tarafından rüşvetten suçlu bulunan ve 12 yıl hapis cezasına çarptırılan Lula Da Silva polise teslim oldu. Ülke şimdi yoğun bir siyasal kriz içerisinde. Dünyanın nüfus bakımından beşinci ve milli geliri açısından sekizinci büyük ülkesinde yaşanan bu kriz, dünya solunda da ciddi tartışmaları körüklüyor.

Bir kesim için Lula rüşvet almış olabilir. Lakin hem halefi Dilma Rousseff’in görevden alınması, hem de kendisine yönelik mahkemenin süratli kararı, finans kapitalin “sağcı”, hatta kimi kesimler için açıkça “faşist” bir darbe girişimi.

Dolayısıyla kendini solda gören herkes için görev açık: “Sorgusuz sualsiz Lula’nın arkasında kümelenmek… Yüzümüzü terk edilmiş hisseden emekçilere yeniden dönerek devrimci bir partinin inşasını ve Brezilya’da işçi iktidarını hedeflemek yerine, yozlaşarak siyasi bir kadavraya dönmüş Lula’ya ağıtlar yakmak.”

Şimdi mahkeme komplolarından söz edenlerin, iktidarı boyunca seferberlikleri imha ederek, mücadeleleri meclise ve siyasi elitin ihale ve mahkeme koridorlarına hapsedenin bizzat Lula olduğunu unutması ise tek kelimeyle trajedi.

Açık ki, Lula’nın üzerinde yükseldiği iktidar alanı çözüldü. Kapitalist ortakları “Solcu Başkanı” yüzüstü bıraktı.

Lula iktidarı, içinden çıktığı işçi sınıfına yabancılaşmış, açıkça pazar ekonomisine ve iş dünyasındaki müttefiklerine bağlı olan bir “sol” yönetimdi. Geleneksel sağ, iktidar gücünü geri kazandığı anda tek vücut oldu ve kendi kurumlarını yeniden inşaya girişiyor şimdi.

Geride sefaletin ve ırkçı nefretin yaygınlaştığı, birikmiş sosyal ve kültürel çatlakların derinleştiği bir enkaz, bir neoliberal çöplük kaldı.

Yorumlar kapalıdır.