Demokrasi lüks değildir!

Son açlık grevleri bir kez daha gösterdi; AKP demokratik bir hükümet değildir. Bu yönde bir çabası olmadığı gibi niyeti de yoktur. Demokrasiden anladığı sadece kendi burjuva sınıf çıkarlarıdır. Tüm burjuva sınıf için olduğu gibi AKP için de demokrasi ancak kendine hizmet ettiğinde muteber, aksi durumda göz ardı edilmesi gereken bir maliyettir. Nitekim AKP hükümeti 2003-2007 yıllarında sadece üzerine yükseldiği sermaye kesiminin ihtiyaçlarına cevap üretmek adına “demokratikleşme” yolunda adımlar atar gibi göründü. Asker-sivil bürokrasinin rejim -dolayısıyla tüm ekonomik, politik, sosyal sistem- üzerindeki egemenliğini kırıp geriletmek için uluslararası alanda da “demokrat” elbisesi giydi. Tabii ki bunların hepsi bir demokrasicilik oyunundan başka bir şey değildi, geldi geçti. Bir şeyin en iyi taklidi dahi aslının yerini tutamaz. Öyle olmakla görünmek arasındaki fark açlık grevlerinde Başbakan Erdoğan’ın ağzından dökülen şu sözler gibi gerçek anlamını buldu; “Bu açlık grevleriydi, ölüm oruçlarıydı bunlar şantajdır, bunlar blöftür, bunlar şovdur.”

Son günlerde iki sözünden biri idamı geri getirmek olmasına rağmen insanları santajcılıkla, blöf yapmakla, şovmenlikle suçlayabilmenin dayanılmaz hafifliği içindeki Başbakan Erdoğan’ın demokrasi anlayışının fare doğurmasına tabii ki şaşırmıyoruz. Onu hala demokrat ve partisini de Türkiye’nin gördüğü en demokratik hükümet olarak pazarlamaya çalışanlara şaşırmadığımız gibi. Madem o kadar demokratsınız ve hükümetiniz de cumhuriyet tarihinin en demokratik hükümetidir pekiyi yüzlerce insan neden, bir kısmı ölüm orucuna dönüşen, açlık grevleri yapmak zorunda kaldı? Laf ebeliğine gerek yok! Tartışılması gereken açlık grevinin doğru bir hak arama yöntemi olup olmadığı değil insanların hak ve özgürlüklerini kullanabilmek için bu yönteme başvurmuş olduğu gerçeğidir.

Kuşkusuz bu durum bir tesadüf değil. Türk demokrasisinin traji-komik yanı ve sırrı zaten her yandan kırpılmış ve sınırlanmış hak ve özgürlüklerin kullanımının dahi engellenmesine dayalı olması gerçeğinde gizli. Bu nedenle çözüm adına baskı ve şiddet dilini daha da keskinleştirmek dışında bir marifet sergilemeyen AKP hükümetinin kendinden önceki hükümetlerle aynı zihniyet dünyasına ait olduğunun altını çiziyoruz. 1994’de DEP’li milletvekillerinin dokunulmazlığını kaldırıp cezaevine gönderen zihniyetle bugün Başbakan Erdoğan’ın BDP’li ve bağımsız milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılma çağrısı yapması arasındaki gerici akrabalığı tabii ki görüyoruz.

17 yıl önce aynı AKP gibi demokratik hak ve özgürlükleri geliştirme adına hareket ettiğini söyleyen SHP-DYP koalisyon hükümeti nezdinde Türk burjuva sınıf ve partilerinin demokrasi anlayışlarını şöyle ifade etmiştik: “Sermaye sınıfı, ‘demokratikleşme’ yolundaki adımları, sadece iç sorunlarının çözümü, uluslararası sistem içindeki konumunun gereklilikleri veya ezdiği kitlelerin patlama noktasına gelmesi sonucunda atmış; ve her zaman ‘kaşıkla verdiğini sapıyla çıkarmıştır.'” (Ufuklar Gazetesi, Ekim 1995) Bu analiz AKP hükümetinin 10 yıllık demokrasi macerasının da bir özetidir.

Türkiye gerçek anlamda bir siyasi demokrasi yokluğu yaşıyor. Siyasi demokrasinin olmadığı koşullarda da en masum ve sıradan hak ve özgürlük talepleri dahi terör faaliyeti olarak damgalanabiliyor. Başbakan Erdoğan’ın kitap bomba benzetmesini ya da yasal olarak önceden izin alınmasına gerek olmamasına rağmen neredeyse muhalif tüm toplantı ve gösterilerin baskı ve şiddetle engellendiğini ve/veya sınırlandığını hatırlayalım. Demokrasi kıymetlidir. Özellikle verileni değil alınanı makbuldür. Bedeli ödenmiş bir demokrasiyi hiçbir güç ayaklarının altına alamaz.

Yorumlar kapalıdır.