İşyerini işgal eden ERT işçileriyle röportaj

Yunanistan’da yeni bir kemer sıkma politikası çerçevesinde devlet kanalı ERT’nin kapatılması kararı alındı. Buna karşı, 12 Haziran günü 2500 çalışanıyla ERT işçileri ülke çapında işyerlerini işgal ederek direnişe geçtiler. Direnişin 24. gününde ERT’nin Selanik bürosunda, direnişçi işçilerle bir röportaj gerçekleştirdik. Gezi direnişinin başlangıcından itibaren Türkiye’deki mücadeleyle dayanışma içerisinde olan ERT çalışanları, bu süreçte enternasyonal dayanışmanın da önemli bir örneğini sundular. Yunanistan’da Kilkis ve Vio.Me’nin ardından üçüncü işgal deneyimi olan ERT direnişinin Türkiye ve dünya işçi sınıfı açısından önemli dersler barındırmakta.

İşçi Cephesi: Öncelikle direnişinize, okurlarımızın ve Türkiye işçi sınıfının devrimci selamlarını sunarız. Direnişiniz bizler için de çok önemli, sizin ERT’nin kapatılmasına ve işten çıkarmalara karşı başlattığınız direnişin özeti nedir?

Tsikaris Vokaris (TV): Öncelikle bizimle ilk röportaj yapan Türkler olarak geldiğiniz için çok teşekkür ederiz. Şunu da belirtmek isteriz ki, Türkiye’deki gelişmeleri biz de yakından takip ediyoruz ve size desteklerimizi sunuyoruz. Yakın zaman önce Türkiye’deki devrimci seferberliği tartışmak üzere burada bir toplantı aldık. Burada çalışanlar için de Türkiye’de neler olduğu çok önemli. Direnişimize gelince… Aslına burada da ani bir durum yaşandı. Hükümet aniden kanalımızı kapatacağını ilan etti. Bu açıklama akşam saat 6’da gerçekleşti. Saat 7 ile 9 arasında ise uydu istasyonlarını kapatmaya giriştiler. Kanal kapatma projesini de ne için ve nasıl yapacakları açıktı. Öncelikle hemen herkesi kovacaklardı. Özelleştirip yerine yeni bir kanal açacaklardı. Sonrasında da nasıl bir kanal istediklerini de tahmin edebilirsiniz. Çok daha az işçinin, dolayısıyla da çok daha az maaşın ödendiği bir kanal kurmayı deneyeceklerdi. Ve bu işçilerin iş güvenceleri de olmayacaktı. Tasarlanan iş sözleşmeleri tam bunu dayatıyordu ve grev yapmaları böylece engellenecekti. Aslında olan şey tamamen neoliberal politikaların spesifik bir yansıması.

Şimdi Yunanistan’da bir adet devlet televizyonu var. Bunun yanı sıra çok sayıda da özel tv kanalı ve radyosu mevcut. Ancak bunların çoğu da pek çok yasadışı iş yapıyor. Bunu yapabiliyorlar çünkü basının büyük çoğunluğu çok büyük şirketlere ait. Bu yüzden de bir devlet kanalının olması onları rahatsız ediyor. İş güvencesi ve kimi haberlerin tarafsızlığı burada mevcut. Onlarınsa esas ilgilendikleri haber yapmak değil. Bildiğiniz başka amaçları var. Aynı zamanda istasyonlarla ile ilgili bir konu daha var. Devlet istasyonlarını satmak istiyor ama Yunanistan’da Avrupa’da hiç olmayan tamamen bize özgü bir durum var. Ülkedeki tüm istasyonlar bir şirketin, aynı patronun. Ortada başka şirket yok. Bu da haber kanalı çeşitliliği yapmak adına atılan bu adımda bir paradoks yaratıyor, basını tamamen bir şirketin elinde topluyor. Bugüne değin ERT kamu kanalı olarak radyo ve televizyon yayını yapıyordu ve AB’deki diğer kamu yayınları ile ilişki halindeydi. Şimdi bunu da kırmak ve bu bağlamda yapılan yayınları da özelleştirmek istiyorlar. Direnişimizin içerisinde böyle toplumsal öğeler olunca direnişimiz başlar başlamaz büyük bir halk desteği kazandı. Direnişimiz başladığında binamızın etrafına binlerce insan geldi. Şimdi Selanik’te hala iş çıkışlarında binamızın önüne toplanan binlerle birlikte tartışmalar yapıyoruz, konserler düzenliyoruz. Bu durum Atina’da yani ERT merkezinde de böyle. Binlerce insan her akşam direnişi desteklemeye geliyorlar.

İC: Bildiğimize göre geçtiğimiz ay içerisinde ERT direnişini desteklemek için bir genel grev gerçekleştirildi. Hükümete karşı ERT’yi savunan bu genel grevin etkisi ne oldu? Ayrıca genel grevden sonra, hükümet öncelikle kanalın kapatılmasını askıya aldı, sonrasında da Yeni Demokratik Sol Parti koalisyon hükümetinden çekildiğini ilan etti. Sizce bu gelişmeler ardından direnişiniz nasıl bir seyir izleyebilir?

TV: Öncelikle genel grev maalesef çok ciddi bir etkide bulunamadı. Sendikaların grevi ciddi bir katılımla karşılanamadı. Zaten aniden duyuruldu. Dahası sendika bürokrasisinin bir kısmı hükümete yakın tavır alıyor. Bu durumda direnişimiz için, sendikaların oynadığı rolün kısıtlı kaldığını söyleyebiliriz. Örnek olarak sendika bölge şubeleri bir toplantı çağrısında bulunduğunda toplantıya yalnızca 10 kişi gitmişti. Ama sendikalardaki temel etki sendika tabanından geldi. Sendika şubelerinde sendika tabanındaki işçiler ciddi şekilde seferber olup direnişimizi destekliyorlar. Ancak konfederasyonları ve bürokratları ile değil. Kendi taban örgütlenmeleri ile bizlere desteklerini daima sunuyorlar.

İC: Anlaşıldığı üzere, işçi sınıfına yönelik bu yeni neoliberal saldırılar sizlerin hayatını ve bütün Yunanistan halkının hayatını etkiliyor. Bu süreç boyunca sizler için ne tür değişiklikler oldu, özellikle ekonomik krizin başlangıcından itibaren. Mesela hayat tarzınızda, çalışma koşullarınızda vb. Mücadelenizi Yunanistan işçi sınıfının mücadelesiyle birleştirmeyi amaçlıyor musunuz? Önümüzdeki günlerde politikacılardan, sendikalardan beklentileriniz nelerdir?

TV: 3 yıldır süren saldırılar sonunda burada çalışanların maaşı yüzde 40 azaltıldı. Ama bu saldırı sadece buradakilerin değil herkesin çalışma koşullarını bozdu. Yüzde 25’in üzerinde olan işsizlik oranını kullanarak çalışanları sindirmeye çabalıyorlar. Çalışanların, toplu sözleşmeli olarak değil, sözleşmeli personel olarak çalışmayı kabullenmesini istiyorlar.

İC: Ayrıca sendikalar toplu sözleşmeli çalışmayı değil de bireysel sözleşme yapılmasını kabul ediyorlar, öyle mi?

TV: Aslında sendikalar sözleşmeli personel olarak çalışılmasına karşı ama etkileri sınırlı olduğundan var olan duruma karşı koyamıyorlar ve bunu değiştiremiyorlar. Çünkü sendikalar kitleleri harekete geçiremiyor, bu yüzden de var olan durum üzerinde söz sahibi olamıyor. Örneğin, genel grevler. Avrupa’daki diğer ülkeler düşünüldüğünde, 30 gün süren bir genel grev rekoru olmasına rağmen bu genel grev etkili olamadı. Sendikaların çağrısını yaptığı bir genel grevdense spesifik çalışma alanlarında o alana özgü talepler için örgütlenen grevlerin etkisi daha ses getirici oluyor. Örneğin, geçtiğimiz günlerde bir süpermarkette maaşlarla ve işyerine özgü diğer sorunlarla ilgili bir grev vardı, bu greve katılım yüzde 95 civarındaydı ama sendikaların çağrısını yaptığı genel greve katılım sadece yüzde 3’tü.

İC: Ayrıca politikacılardan ve sol partilerden beklentilerinizin neler olduğunu sormuştum, özellikle Selanik’te. Mücadelenizin esas talepleri nelerdir? Bu talepleri onlara nasıl aktarıyorsunuz?

TV: Bu süreçte olumsuz gelişmelerin yanı sıra olumlu gelişmeler de oluyor. Örneğin, politik olarak birleşik bir mücadele içine girdiler. Komünist Parti, Syriza ve radikal sol ile bir araya geldi ve ortak bir miting düzenlendi ve bütün sol gruplar bu mitinge katıldı. Bu çok önemli bir noktaydı. Ama esas olarak sol gruplarla birlikte yapmamız gereken, bu kötü çalışma koşullarına ve sözleşmeli personel olarak çalışmaya dur demek.

Önemli olan bir başka nokta ise, televizyon izlemeyen ve hatta televizyon izlemeye karşı olan insanlar da bizi mücadelemizde yalnız bırakmadı.

İC: Bildiğiniz gibi Türkiye’de önemli günler yaşıyoruz, bu mücadele bütün dünyaya yayılmış mücadelenin bir ayağı. Gördüğümüz üzere Gezi Parkı direnişi toplumun bilincinde neoliberal saldırılara ve hükümetin baskı politikalarına karşı bir sıçrama yarattı. Bize göre bu noktada uluslararası dayanışma çok önemli. Sizce, size iletilen uluslararası dayanışma yeterli miydi ve size nasıl bir uluslararası destek gösterebiliriz, beklentileriniz nelerdir?

TV: Bütün destek kampanyalarından bahsedemeyeceğim, çünkü bizim yönlendirmelerimizle esas dayanışma kampanyaları direnişin merkezi olan Atina’daki işyerimiz üzerinden oldu. Avrupa Yayıncılar Birliğinden destek görmemiz çok önemliydi, bize hatları kesmemizde yardımcı oldular, uydu kanalı sağladılar, böylelikle yayınlarımızı gerçekleştirdik. ERT’nin kapatılmasını engellemek için Başbakan’la görüşmeye geldiler fakat görüşme istekleri geri çevrildi ama bu mücadele için çok önemli bir destekti. Ayrıca mücadelenin merkezi Atina’da gerçekleşen diğer ulusal ve uluslararası dayanışma kampanyalarının öneminin farkındayız.

İC: Gezi Parkı direnişinde mücadele eden kitlelerin fark ettiği bir şey var ki, ana akım medya ve televizyon kanalları direnişi ve polis şiddetini hiçbir şekilde göstermediler. Sizin mücadelenizde de aynı şey deneyimlendi mi? Geçen yıl göçmenlerin maruz kaldığı koşulların ERT’nin sabah programında gösterildiğini biliyoruz.

TV: Bu durum özel ve devlet kanallarında farklı. Özel sektörde patronlar kâr hırsları yüzünden neoliberal politikaları destekliyor, hükümetle iyi geçinmeleri gerekiyor. Bu yüzden özel sektörün durumu tam bir felaket. Devlet kanallarında ise durum biraz daha farklı, çünkü protestoları, gösterileri yayınlamak için onların biraz daha hareket alanı var. Birkaç defa özelleştirmelere karşı yapılan grevleri, protestoları destekledikleri olmuştu. Yine de bazı durumlar var ki, işçilerin kendileri için bir şeylere ihtiyaçları var, kendi özel sorunlarını tartışmak, ihtiyaçlarını konuşmak için. Tabi ki diğer kanallarda hükümetin ve patronların baskısı var. Mesela bir keresinde başbakanın Selanik’teki katedrali
ziyareti sırasında çok fazla polis olduğu için bir gazeteci çok fazla polis olduğunu ve insanların oraya gidemediğini söylemişti, yapabildiği tek yorum buydu. Programı durduruldu, kanalla ilişkisi kesildi.

İC: İki yıl önce Selanik’te Kilkis’te bir hastanede işçiler tarafından işgal edildiğini duymuştuk. Ancak işçiler diğer hastanelerle benzer bir bağ kuramadıklarından işgali askıya almışlardı. Şimdiyse ERT mücadelesinin yükseldiğini görüyoruz. Sizce bu hareketle beraber gelecekte yeni işgallerin olabileceğine dair bir beklentiniz var mı? Ya da bu tür bir işgaller arası koordinasyonunun kurulma ihtimali nedir?

TV: Bununla ilgili açık tartışmalar, toplantılar şeklinde bir program yapıldı. Çünkü genel olarak sağlık sektöründe çalışanların birçok sorunu var ve yalnızca sorunlar değil, talepler ve neler yapılabileceği de konuşuldu. Kilkis’teki mücadele çok önemli fakat onlar da bütün bu sorunları tek başlarına çözemeyeceklerinin farkındaydılar. Bu nedenle tartışmalarını herkese açtılar, çünkü tek başlarına kazanmaları çok zor, bu hareketlerin yayılmasına ihtiyaç var. Onlar da eğitim sektöründe çalışanlarla, belediye işçileriyle görüşmeye başladılar. Bir diğer tartışma da kendi öz yönetimimizdi. Bizden alınan vergilere ilişkindi, insanlar neden vergi öder ki, eğitimi, salığı, medyayı finanse etmek için.

İC: Son olarak, Türkiye’de sizi okuyacak olanlara ve Türkiye işçi sınıfına mesajınız nedir? Bunun dışında hareketinizin ihtiyaçlarına dönük bizden neler bekliyorsunuz?

TV: Türkiye’de olanların önemli olmasının yanında, Yunanistan, İspanya, Portekiz’deki süreçlere de baktığımızda, aslında mücadelenin birleşik bir mücadele olduğunu görüyoruz. Devlet politikasının çalışanlara, fakir insanlara daha iyi bir maaş, hayat vermek gibi bir amacı yok. Sınırlarla ne kadar ayrılsak da, verdiğimiz mücadele aynı. Ve şu an seferber olan halklar, bize bunu gösteriyor, bu çok önemli.

Yorumlar kapalıdır.