ÖKM oyuncuları “ses açıyor”

İstanbul Üniversitesi’nde Öğrenci Kültür Merkezi (ÖKM)’ne yönelik tasfiye çalışmaları sürüyor. Ancak ÖKM’den yıllardır beslenen ve kendi ürettiklerini herkesle paylaşan öğrenciler ÖKM’nin kapatılmasına da, üniversitelerinin ticarileştirilmesine de karşı çıkıp bizleri de desteğe çağırıyorlar.

ÖKM’nin tasfiye edilmesini engellemeye yönelik sürdürülen kampanyaların içerisinde bulunan Yiğit Şahin adlı dostumuzla süreçle ilgili bir söyleşi gerçekleştirip, kendisine mücadelelerine nasıl destek olabileceğimizi sorduk.

Söyleşiye geçmeden önce Yiğit hakkında birkaç söz daha söylemek isterim. Yiğit ile üç yıl kadar önce aynı işyerinde çalışmaya başladığımızda tanıştık. Bir çağrı merkezinde hemen herkesin malumu olabilecek sıkıntı ve streslerin arasında bu güzel dostumun hayata dair bir derdi daha vardı. Tiyatro! Yiğit ile mesailerimizin bitmesine rağmen yaptığımız uzun sohbetleri, Muhsin Ertuğrul hakkındaki konuşmalarımızı, “Sedat’ım bu kez oyunu biz yazıyoruz. Grevli mrevli olacak. Sizin de hoşunuza gider!” deyişini, gazetemizin her bir yeni sayısında “ellerinize sağlık abiler” diyerek karşılayışını anlatmak sanırım dünyanın en dost canlısı insanına dair kimi veriler sunabilir.

Yiğit ÖKM’de Fen Edebiyat Fakültesi Oyuncuları olarak Deneysel Sahne adlı toplulukla yaptığı çalışmaları hayatının merkezine koymuş durumda. Tiyatrosunun hazırlık aşamasını, internet bağlantısı olmamasına rağmen mail alamamaktan yakınırken şirket sahibi oluşlarıyla övünen kimseleri “internet bağlantınız yoksa mail alamazsınız” diyerek, sabırla ikna etme aralarında yapıyor. Onlarca yıpratıcı telefon konuşmaları süresinde de aklında aynı iş var. İşin stresini tiyatrosunu sürdürebilmek için yakınmaksızın taşıyor. Ama bu ihtiyaç onu işyerinde mücadele etmekten de alıkoymuyor. Dahası Yiğit pek çok dostu ile birlikte İstanbul Üniversitesi’nde 1990 yılından bu yana bir birikim ve değeri temsil eden ÖKM için mücadele veren onlarca güzel insandan biri. Yiğit arkadaşımız bizi kırmadı ve ÖKM süreci ile ilgili olarak bizlerle söyleşi yapmayı kabul etti. Seslerine ses katmamız ricasında bulundu.

Söyleşimizi sizlerle paylaşıyoruz.

Sedat Durel (SD): Güzel dostum her şeyden önce sohbeti kabul ettiğin için teşekkürler.

Yiğit: Ne demek! Bu desteğiniz öncelikle bizim için çok güzel bir şey. Zaten bizim sıkıntımız ortaya çıkar çıkmaz sitenizde de açıklamamızı paylaşmışsınız. Bir kez sesimizi yükseltelim dedik hemen omuz verdiniz. İyi ki varsınız!

SD: Yiğit meseleye biraz daha geriden başlayalım. Nedir Bu ÖKM? Ne zaman kurulmuştur? Ne işe yarar?

Yiğit: ÖKM’nin geçmişi çok köklü. Aslında ta 1990’da İstanbul Üniversitesi’nde öğrencilere ait ve öğrencilerin kendilerini ifade edebilecekleri bir alan olarak Beyazıt’taki şimdiki binasında yaşamına başladı. Öncesi, sonrası, süreci çok uzun ama kısacası bir düzine uğraş, çaba ve mücadele ile İstanbul Üniversitesi öğrencilerinin hem kültürel ve sanatsal çalışmaları için kullandıkları bir yer hem de sadece öğrencilere değil herkese açık bir alan oldu. Ne olduğunu tanımlayıp açıklamayayım ama ben geldiğimden beri orada neler gördüm onu söyleyeyim. Tiyatro vardı bi’ kere. Ebru vardı, müzik vardı. Saymakla bitmeyecek kadar çok şey vardı. Yani ÖKM bizim kendimizi var ettiğimiz ve kendimiz üretip, paylaştığımız bir alandı.

SD: Peki ÖKM’nin İstanbul Üniversitesi’nde bulunan öğrencilere ne gibi bir faydası oldu?

Yiğit: Bir kere faydası şöyle oldu, sistemin pek istemediği bir şey oldu. İnsanlar kendilerini ifade edebildiler burada. Sadece benim girdiğim dönemi söyleyeyim, 2006’lardan beri biliyorum orayı. Biz bir girerdik kapıdan müzik sesleri ile karşılanırdık. Keman sesleri geliyor, suda ebru yapan arkadaşlarımız oluyor dışarıda. Bir yerde halay çekiyorlar halk bilim kulübünden öğrenciler. Ne diyebilirim ki? Felsefe kulübü vardı, edebiyat kulübü vardı. Bunlar sadece orada odası olanlar. Bunun dışında da işler vardı. Mesela bu ÖKM üç katlı bir yer olarak düşünün en alt katında sinema salonumuz vardı! Önce orası restore edildi. Ve öğrencilere kapatıldı. Paralı ağabeylere verilebilen kapalı bir yer oldu orası.

SD: Paralı ağabeyler ne yapıyorlar orada?

Yiğit: İnsanların elinde parası olunca içinden güzel bir şey yapmak geçmiyor sanırım. Şu an çok faaliyette de değil inanır mısın? Bildiğin kapısı kilitli bir yer. Ama baya restore ettiler. Bizi de kapının önüne koydular. Dediğim gibi bir tek tiyatro kulübü de değiliz biz. Başka gruplar da vardı. Şimdi argüman olarak Açık ve Uzaktan Eğitim Dekanı şöyle diyor; “Ara sıra çalışıyorlardı, çok çalışmıyorlardı!” O zamanlar, 3-4 grup olurdu tiyatro salonu bize yetmezdi sinema salonunda ve fuayelerde çalışırdık.

SD: Ne zamana denk geliyor bu dönem?

Yiğit: 2008-09’lar. Her gün sinema gösterimi olurdu. Zaten biz tiyatroyu orada ücretsiz oynuyorduk. Herkes faydalansın diye. Fotoğraf kulübü vardı, karanlık odalı falanlı filanlı. Bir dünya insan fotoğrafı öğrendi orada. İşte 2010 gelince herhalde bir para hırsı mıdır, daha fazlası mıdır bilemiyorum aldılar götürdüler kendi yerimizi.

SD: Aslında tam ifade ettiğin tarih Bolonya sürecinin de hız kazandığı, İstanbul’da birkaç okulun pilot okul seçildiği bir dönem. Hem eğitimde dönüşümü başlatıp hem de binaların bile para etmesini sağlamaya çalıştılar.

Yiğit: Aynen, aynen. Çünkü kulüpler para kaynağı değil. İnsanların kültürel seviyesini çok çok yükselten yerler ve daha fazlası. Ama maddi bir katkısı yok. Bunun için yöneticilere gereksiz geldi.

SD: Gerçek anlamda üniversite işlevi görüyordu çünkü. Ve üniversiteye ne gerek var? Onların para kazanması gerek!

Yiğit: Evet tam olarak öyle. Üniversitenin yapmadığı işi yapıyorduk. Bu da birilerini rahatsız ediyor demek ki. Şöyle bir şey yaptılar 2010’da, ÖKM sadece isim olarak duracak, ama kapatılacak gibi. Küçük bir yere hapsolduk. Durum böyle olunca 2010’da baya kampanyalar yürütüldü, neydi tam sloganı? “ÖKM’ye Dokunma, Sanatıma Dokunma”ydı. Öyle kampanyalar yürütüldü. Epey de ses getirdi. Çok da iyi direnildi, varlığımızı koruduk. Ama bizim esas yerimiz Açık ve Uzaktan Eğitim Fakültesi oldu. Ayrıca o dönem İstanbul Üniversitesi’ndeki epeyce kulübü ÖKM ile birlikte kapattılar. Yönetmelik değişti. Kulüp kurmak kolay bir şey olmamaya başladı. Artık disiplin suçu işlenmiş mi falana bile bakılıyor, yüksek lisans okuyorsan kurucu olamazsın gibi bir sürü şey. Kulüpler ÖKM’nin direkt altında değil, fakültelere bağlı hale getirildi.

SD: Bu benim için çok anlaşılır bir şey. Benim okulum Marmara Üniversitesi. Tam bir 12 Eylül üniversitesi. Bizdeki kulüpler her zaman fakülteye bağlıydı ve kulüp kurmanın kriterleri hep çok fazlaydı. 2010’larda da Marmara’daki örneği her yere dağıtmaya çabaladılar. Ve Marmara’yı daha da kötüleştirdiler. Tam dediğin tarihlerde de bizim mühendislik fakültesinde kulüpler kapatılıp yerine Erasmus danışma ofisleri açılmıştı. Sizde bir de ek olarak yiyeceğinden fazla ekmekle okula girene bile soruşturma açılan bir dönemdi 2010. Marmara tipi kulüpleri kurmak bile zorlaştı sizde.

Yiğit: Aynen öyle. Sırf işi zorlaştırmak. Kulüp sayısını azaltıp bazılarını kapatmak.

SD: Peki Yiğit tahmini bir sayı verebilir misin? ÖKM’nin içerisindeki kulüpler kaç öğrenciyi kapsıyordu? Kaç kişiye faydası vardı bu kulüplerin? Aynı zamanda kulüplere üye olmayıp da etkinliklere katılan kaç kişi vardı?

Yiğit: Böyle bir kayıt bir yerlerde var mıdır emin değilim. Kontrol etmek gerekir. (Gülüşmeler) Kesin olarak cevabım şu: çok öğrenci faydalanıyordu! Şöyle bir açıklama yapabilirim, ÖKM’nin olayı sadece fakülteye bağlı olmamasıydı. Tüm okul, hatta ötesinde halka da açık idik. Dışarıdan da kaç kişi beslenir onu düşün. Hiç boş durmayan koca bir bina ve üretilen her şeyin halk, üniversite işçileri ve öğrenciler tarafından ulaşılabilir olması gibi bir durumdu bizim yaptığımız.

SD: 2010’daki saldırının da ötesinde bir iş var gibi geliyor bana. Şimdi sizin okulda ÖKM’ye tam kilit vurma denemesi yaparken bir yandan da girişler banka kartı ile olacaktı. Hangi bankaydı?

Yiğit: Halk Bankası, zamanlama manidar yani! Kampus kart gibi bir şey yaptılar. Çok güzel oldu, gerçekten herkesin ihtiyacı vardı!

SD: Hem tiyatro da oynanır orda. Ayrıca ders geçmek için kredi de çekilebilir belki o kartlardan? Uygun geri ödemeli?

Yiğit: Hiç fena olmaz! Aslında soruşturmadan kaçma yöntemi de olabilir belki. Halk Bankası korur! Mesela bizim okulda paran yoksa yemek yiyemezsin. Soruşturma alırsın. Tehlikeli durumlar var. İlla kartın olacak. Zaten biz kimliğe para yüklüyorduk. Ne gerek var zaten devletin ödediği yemeğe ayrıca para ödemeye onu da anlamadım da, hadi ödüyorduk. Şimdi direkt bankaya atacağız parayı.

SD: Bak bizim 12 Eylül üniversitesinden bildirim geliyor sana. Bizde kartınla yemek yersen 1 lira para çekiliyor ama eğer arkadaşına yemek ısmarlarsan o fiyat 5 lira oluyor! Doymadın bir daha aldın. Yine problem!

Yiğit: Çaat işte! Olaylar burada dolanıyor. Aynen, aynen! Şimdi ÖKM’nin kapatılması, kulüplerin kapatılması, Halk Bankası kartları falan bunların hepsi üniversiteler para getirsin diye yapılıyor. Bunların hepsinin sebebi ortak. Biz de sadece tiyatro kulübü olarak değil tüm öğrencilerle bir tepki vermeyi deniyoruz. Zaten yavaş yavaş sesimiz
de yükseliyor. “Zorunda Mıyız?” sloganıyla bir kampanya da düşünülüyor.

SD: Sizin fen edebiyat fakültesinin tiyatro kulübü bu işlerin neresinde duruyor?

Yiğit: Fen Edebiyat Fakültesi Tiyatro Kulübü 2005 gibi ortaya çıktı. ÖKM içerisindeki diğer tiyatro topluluklarından farklarımız olsa da, kavrayış açısından, beraber yaşayıp dayanışabiliyoruz. Kısacası, bir arada durabiliyoruz. Bu süreçte ise bahsedilen durum sadece tiyatro topluluğunun değil tüm öğrencilerin sorunu ve onlarla beraberiz.

SD: Şimdi tüm öğrencilere Halk Bankası eli uzatılarak işkence başlamış, ÖKM zaten kapatılmaya çalışılıyor. Ama sizin oyunlarınızı çalıştığınız sahneyi niçin kaplı tutmaya başladılar? Fen Edebiyat Fakültesi oyuncuları, Deneysel Sahne ne oynadı ki bu kadar rahatsız oldular? Neyi oynamasanız da olur diye düşünüyor rektör?

Yiğit: Bizim kulüplerin oynadığı oyunlar eğlencelik oyunlar değil. Oyunlar bitince bir düşünmeye sevk etmeye çalışıyoruz. Brecht’in de dediği gibi, benim oyunuma gelenler sadece izlemesinler bi’ düşünsünler. Oynadığımız oyunlar kaba tarifi ile siyasi yani slogan oyunları değil. Ama politik! Biz oyunlarımızı yorumlayarak oynarız. Bence oyun zaten öyle oynanmaz sadece metinle. Onu da işliyoruz. Slogan atmadan sloganın hissini bırakmaya bakıyoruz diyebiliriz.

SD: Oyun ismi verebilir misin?

Yiğit: Brecht sevdiğimiz bir abimizdir ilk önce. ÖKM Sahnesi ile birlikte düşündüğümüzde buralarda Kafkas Tebeşir Dairesi, Adam Adamdır, Aristofanes’ten Kuşlar, Barış, Lorca’dan Eskicinin Tazesi… Ne bileyim Çehov’un hikâyelerinden Sevgili Doktor ile başlamıştım ben mesela. En son şimdi At’ı oynuyoruz Gyula Hay’dan.

SD: Şimdi çok ciddi oyunlardan bahsediyorsun. Ama sizin uzmanlık alanınız, lisans programınız tiyatro değil. Çoğunuzun da değildir. Peki tiyatro size ne kazandırıyor Yiğit? Dersler kötüleşiyor mu? Bilimsellik azalıyor mu?

Yiğit: Sen bir dönem tiyatro yaptığın için bu tatsız soruları iyi biliyorsun, aferin (gülüşmeler). Ailelerden bu doğrultuda baya baskı alınıyor maalesef ama bence kendini ifade edebilme, üretebilme, konuşabilme, karşındakini anlayabilme… İşte bunları yapmayı öğreniyoruz beraber oldukça. Bizim için bir hobi gibi tüketilecek bir şey değil tiyatro. Amatör bir ruhla yaptığımız bir iş. Bırakıp gidebileceğimiz bir iş değil. Dekoru kendimiz yapıyoruz, ışığı bizde, sesi bizde falan. Böyle kendinden bir şeyler çıkıyor ortaya. Son dönemlerde Açık ve Uzaktan Eğitim başlayınca fuayeyi de biz temizlemeye başladık, tuvaletleri de biz temizliyoruz. Bir ara tuvaletlerimiz kilitlendi. Buna rağmen durduk. Nerede hacet giderecek bu adamlar? İşte bununla bile uğraştık. Buna rağmen kaldıysak hayatımızda neler gelişmiştir düşünebiliyor musun? Bu kadar zorken direndiysek bir derdimiz, insanlığımız var elbet! Kendimiz olabildik, hayatımızın geri kalanında başkaları ile iş yapmayı, üretmeyi öğrendik. Direnmeyi ve tüm zorluklara rağmen üretmeyi öğrendik.

Biz sadece kendi okulumuzla değil Boğaziçi, İTÜ, Marmara ve Yeditepe’nin de desteğiyle İstanbul Amatör Tiyatro Günleri’ni düzenliyoruz. Hep dışarıdan insanlar geliyor, öğrenciler geliyor, halktan insanlar geliyor. İşte birbirimiz ile iletişim kurmayı öğreniyoruz. Hayatta profesyonel olarak ne yaparsak yapalım, bizi bunlar insan yapar bence. Dahası bu işi de seviyoruz. Baya adına yakışır şenlikler yapıyoruz. Turnelere çıkıyoruz. İÜ’yü temsil ederken, birileri rahatsız oluyor demek ki.

SD: Sizin okulda sadece öğrencinin değil bir de çalışanların da dertleri var. İki hafta önce beni arayıp bir bekçi ağabeyinizin taşeron firmasının değişmesinden ötürü kıdemini ya da diğer haklarını kaybetme korkusu olduğunu söyleyip iletişim bilgisini vermiştim. Şimdi denklemi yeniden kuruyorum. Sizin okulda 50-d uygulaması var, taşeronda haklarını yitiren işçiler var, insan olma birikimini edindikleri yerlerinden kovulan ÖKM’liler ve okula Halk Bankası kredi kartı ile giriş başlangıcı. Sence tüm bunları kapsayan bir kampanya yapılabilir mi? Çünkü okulda herkesin bir derdi var. Aynı yerden gelen hem de. Mesela bu konuları ilk tartışmaya başladığımız zamanları hatırlıyorum, bizden öncekilerin söylediği doğru sözlerle yola çıkmıştık. Özgür emekçiler üniversitesi demiştik. Şimdi sizin okuldaki tüm bu saldırılar Bolonya’nın dayattığı şirket CEO’larının üniversite yöneticileri olmasına karşılık bir Özgür Üniversite için mücadeleyi doğurabilir mi?

Yiğit: Neden olmasın abi? Tam da budur! Şimdi ütopik mi duruyor? Aslında durmuyor! Bunu isteyen pek çok kişi vardır. Diyorum buna rağmen olmuyorsa, acaba üzerimize mi alınmıyoruz? Bir çarklardayız sanki? Böyle bir şey var herhalde. Ben senin bu özgür üniversite sorunu “olur mu” diye sormayayım. “Neden olmasın ki ” diye sorayım. Oradan başlamalıyız bence. Bilmem neden yapılmıyor? Ben de bilemedim. Çok mu savuruyorlar bizi, savruluyoruz? Şimdi ütopik mi? Bir yandan da Kazova gibi bir örnek var! Ütopik değil yani. Biz bir şeyler başlattık. Bunun için daha fazla uğraşmak lazım.

SD: Yiğit’im başlangıçta söz vardı ya, şimdi siz de sesimizi yükseltmeye geliyoruz dedin. Şimdi sizin yükselen sesiniz ne diyor?

Yiğit: Yükselen sesimiz aslında daha geniş bir şeyler söylüyor. Sadece üniversite değil, her yer için. O duvardaki tuğla olmamayı söylüyor. Biz aslında gerçekten daha da büyük bir yere bakıyoruz. Düşün diyor yükselen sesimiz. Düşün! Sanki öyle bir şey diyoruz. Daha afili bir şey bulunabilir ama, bence bununla başlayalım. “Neden olmasın?” sorusunu sormak gibi. Düşün! Sana ne gibi geliyor o kadar konuştuk. Sence en çok ne demişizdir Sedat?

SD: Bence, 1990’dan beri yaşayan bir şey o kadar çok söz söylemiş ki, birini seçmek çok zor. Bence siz bir birikimin sözünü, geleneğin sözünü söylüyorsunuz. Ve her sözünüz 1990’dan beri söylenen mücadele edilen, düşünülen her bir şeyi kapsıyor gibi. Bana sizin sesiniz sözünüz bitmesin der gibi geliyor. Büyüsün diyor… Şimdi böyle bir çalışmadasınız biz de düşünmenize de sesinize de ses katarız. Peki bu yazıyı okuyandan sen ne istersin? Son soru olarak, biz ne yapabiliriz sizin için?

Yiğit: Değerlerinize sahip çıkın derim. ÖKM, özelinde tiyatro, başka bir yerde başka bir ad olabilir. Buna sahip çık diyorum. Katıl diyorum! Ama madem son soru biraz daha tiyatro üzerinden bir şeyler söylemek isterim. Tiyatro bence politik bir şey. Politik olmayanı daha tüketime yönelik bir iş oluyor. Yani en fazla “çok güzel hareketler” olur. Şimdi bunun dışında sesimize ses katın. ÖKM Sahnesi ve Fen Fakültesi Tiyatro Kulübü olarak bir dayanışma başlattık. ÖKM’nin bugüne kadar getirdiği bir şeyi koruyalım, hemen vermeyelim istiyoruz. Yakın zamanda da bu sorunun cevabını vermeye başlayacağız. Şimdilik isteğimiz haberiniz olsun, kulağınızı kabartın. Daha yeni çıktık yola. Ses edeceğiz size. Gelinen durumda başka bir konferans salonu vereceklermiş, bize toplam 16 saat vereceklermiş! Çok çalışmayın verimli çalışın demişler… Durum kepaze… Bunun yanında atıl duran bir yerde kongre ve kültür bir şeyi var, diyoruz ki burayı bizim kullanımımıza verin. Yok, o da olmuyor. Orada da paralı bazı ağabeylerin bilmem hangi durumları var. AUZEF de iyi para getiriyor aslında oraya da girebiliriz, Sedat!

Neyse son sözüm şu olsun: Arkamızda olun. Benim annesinin babasının baskısına rağmen son sahnemizde deli gibi çaba sarf eden arkadaşlarım var. Şenlikte Marmara Üniversitesi’ni davet etmiştik, sağ olsunlar geldiler. Şenlik diye sahnenin tuvaletlerine kadar biz temizledik. Benim o tuvaleti temizlerken tuz ruhundan zehirlenmiş arkadaşım var. Arkamızda olun, orası bizim. Kedilerimiz var bizim o sahnede. Arkamızda durun ki, yine o kediler oyun sırasında sahneye çıksın ve katkı sunsunlar bize! Aramıza gelsinler. Yine çoraplarımız takılsın çivilere, yine o çivileri çakalım biz. Durumumuz bu! Zaten çok güzelsiniz, var olun ve yanımızda olun!

ÖKM Sahnesi ve İÜ Fen Fakültesi Tiyatro Kulübü olarak içinde olduğumuz dayanışma ile ilgili http://iusahnedayanismasi.blogspot.com.tr/ üzerinden bilgi alınabilir. Ayrıca devam eden bir imza kampanyamız var: http://imza.la/sahnedayanismasi üzerinden buradan katkı sunulabilir.

Yorumlar kapalıdır.