Korku politikası iktidarı korur mu?

Saray rejiminin yarattığı sorunlar zinciri kartopu gibi büyüyor. Buna karşılık Saray’ın sorunları çözme gücü olmadığı gibi, artan hoşnutsuzluğa sunabileceği tek çözüm baskı politikaları. İşçi emekçiler haklı oldukları bir davada mı birleşti, kaymakamlık “süpürün” diyor. Kadınlar ve öğrenciler haklarını aramak için meşru bir protesto mu gösterecek, valilik toplanmayı yasaklıyor. Selahattin Demirtaş gibi Erdoğan’ın konumunu sarsabilecek isimler haklarında hukuka dayalı bir iddianame olmamasına ve çeşitli mahkemelerce beraat etmelerine rağmen tutuklu yargılanıyor, cezalar alıyor.

AKP hükümeti enflasyonu indiremiyor, işsizliği sonlandıramıyor; bırakalım insanca bir yaşamı, temel gıda ürünlerine erişmeyi sağlayacak ve çalışırken ölünmeyecek koşulları dahi yaratamıyor. Ama yukarıda saydığımız tüm baskılara rağmen mücadele eden kitleleri de evlerine gönderecek, onları sindirecek bir başarıyı da sağlayabilmiş değil. Bu yüzden hükümet son bir ayda baskı dozu ve çeşitliliğinde yeni bir perde açtı. AKP ve MHP çok sayıda kurum ve insanı, üstelik bir kısmı hiç gündemde değilken hedef gösterdi.

İçişleri Bakanı, İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yapılan yeni istihdamların terörle ilişkili olduğunu dile getirdi. Oysa bu insanların tamamı için adli sicil belgesi dışında pek çok güvenlik soruşturması da zaten yapılmış ve onay alınmıştı bile. Emek yanlısı gazetelerin resmi ilanlar alması basın ilan kurumunca halen engellenmiş, dağıtımları zorlaştırılmışken geçtiğimiz ay Fox TV’ye haber bülteninden ötürü para cezası, Tele 1’e program durdurma ve para cezası verildi. Gazeteci Sedef Kabaş’a yapılanlar ise ayrı bir hukuksuzluk dizgesi. Kabaş, Erdoğan’a hakaretten ötürü gece yarısı evinden gözaltına alınıp üstüne bir de kıdemsiz bir hâkimin kararı ile tutuklandı! Saray rejimi sindirme politikalarını o kadar ileri taşıdı ki, Bahçeli’nin ardından Erdoğan da Sezen Aksu için “dilini koparma” vazifesinden bahsetti.

Bu ve yakından tanıdığımız benzeri baskıların bir çaresizliğin ürünü olduğunu biliyor ve işe yaramadığını da görüyoruz. Saray’ın megafonu gibi yayın yapmayan gazetecilerin halk içerisindeki popülariteleri artarken, Barolar Birliği Sedef Kabaş için açıklamalar yapıp seferber oluyor. Sezen Aksu’nun hedef gösterilmesine karşılık, siyasete karışmamayı meziyet olarak gören sanatçılar dahi birleşiyor. Sonuç olarak hükümetin sindirmek için attığı her adım geri tepiyor. Görünen köy kılavuz istemez: Baskı politikaları AKP’yi iktidarda tutmaya yetmiyor, çünkü kitleler mücadele etmekten çekinmezken toplumun genişleyen kesimlerinin desteğini de alıyorlar.

Bu durum dertlerimizin biteceği, tünelde ışığın görüldüğü anlamına mı geliyor? Otomatik olarak değil ama kurtuluş tabii ki mümkün. Nasıl mı?

AKP bugüne kadar TÜSİAD’ı ve MÜSİAD’ı yabancı patronlarla beraber memnun etmek iddiasıyla iktidar oldu ve özelleştirmeler, yoksullaşma, sefalet ve iş cinayetleri pahasına sözünü tuttu. Daha büyük bir işçi düşmanlığı ile patronları memnun etme vaadiyle Saray rejimi modelini önerdiğinde de pek çok kesimin desteğini aldı. Bugün ise AKP’nin temel amacı iktidarda kalmak haline geldi ve ellerinde eski müttefikleriyle paylaşabileceği kaynak azaldı. AKP’nin eski dostları, kapitalizme gönülden bağlı AKP hasımları da mevcut tabloyu daha iyi bir yere getiremezler. CHP dahil olmak üzere düzen partilerinin yapacağı ancak işçi düşmanlığının farklı bir tonu olabilir ve Türkiye’de bugün işçi düşmanlığına dayanan hiçbir sistem de yukarıda sıraladığımız baskıların durmasına sebep olamaz.

Hükümet elinde sadece çekiç kaldığı için tüm sorunlara çivi muamelesi yapsa da kitleler geri adım atıp susmuyor, evine kapanmıyor. Bu durum, çözümün doğrudan kucağımıza düşeceği anlamına gelmez. Tüm baskılar işçi düşmanlığını ayakta tutmak içinse, bunu sonlandırmak adına sorunun kaynağına inip bir emek ittifakında bir araya gelmemiz gerekiyor.

Yorumlar kapalıdır.