Tayvan üzerine Çin-ABD ihtilafı

Geçtiğimiz haftalarda ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti ve ardından bu ziyarete “misilleme” niteliğinde olan Çin askeri manevraları ile ihtilaf şiddetlendi.

Bu ihtilafın tarihsel kökeni 70 yılı aşkın bir süre öncesine dayanmasına rağmen, büyüyen ekonomik ve politik kriz ve küresel kapitalist kargaşa ile daha keskin hale geldi. ABD hâlâ dünyanın hâkim emperyalist gücü olmasına rağmen, hegemonik düzenini artık dünyanın birçok bölgesine dayatamıyor. Daha küçük bir emperyalist güç olan Rusya, ABD’nin muhalefetine rağmen Ukrayna’yı işgal etmeye cesaret ediyor. Dünyanın ikinci kapitalist emperyalist gücü olan Çin, son zamanlarda, Çin topraklarının bir parçası olarak gördüğü Tayvan’ı yeniden bünyesine katmak istediğini açıklıyor.

Dünya kapitalist ekonomik krizinin ilerlemesi, emperyalistler arası sürtüşmelerin yeni bir silahlı çatışmaya veya Asya’da bir savaşa sebep olabileceğini göz ardı etmememizi gerektiriyor. Böyle bir senaryo, Çin, Tayvan ve dünyanın işçileri ve sömürülen kesimleri için daha fazla insani ve sosyal felakete neden olacaktır.

Tayvan nasıl ortaya çıktı?

Çin, 1930’lardan itibaren ekonomik olarak en önemli bölgelerinde Japon emperyalizminin işgali altındaydı. Japon işgali, Çin’de 14 milyon insanın ölümüne sebep oldu ve sekiz yıl süren büyük bir halk direnişi ile karşılaştı. Sonunda, Eylül 1945’te İkinci Dünya Savaşı’nda Japonya yenildi ve Çin’den çekilmek zorunda kaldı.

Japonya’nın Çin’den çekilmesi ülkeyi, 1928’den beri iktidarda olan ve ülke topraklarında yönetimi tekrar ele geçirmek isteyen diktatör Çan Kay Şek liderliğindeki burjuva Kuomintang partisi ile Çin Komünist Partisi (ÇKP) arasında yeni bir iç savaşa sürükledi. Çan Kay Şek’in amacı, köylüleri sömüren toprak sahiplerinin bölgelerini devasa bir toprak devrimiyle ele geçirmiş olan ve Japon işgaline karşı direnişi yürüten Mao Zedong önderliğindeki Çin Komünist Partisi’ni ve onun gerilla kuvvetlerini ezmekti. Bu iç savaş 1949’da Çin devriminin zaferi ve ÇKP’nin iktidarı ele geçirmesiyle sona erdi. Çan Kay Şek, Çin burjuvazisi ve toprak sahiplerinin birçoğuyla birlikte Amerikan emperyalizminin ekonomik ve askeri desteğine dayanan ve o sırada Çin topraklarının bir parçası olan Tayvan’a kaçtı. Çan Kay Şek orada antikomünist ve Amerikancı bir kale olarak “Çin Cumhuriyeti”ni ilan etti. Tayvan hükümeti, o günden 1972 yılına dek, onu tüm Çin’in “meşru” hükümeti olarak kabul eden ABD tarafından korunuyordu.

Mao ve Nixon mutabakatı

ABD Richard Nixon, 1972 yılında danışmanı Henry Kissinger’ın da tavsiyesiyle ABD’nin bu konudaki siyasetinde radikal bir değişime imza atarak Çin’e gitti ve Mao ile bir anlaşma yaptı. Anlaşma noktalarından biri, Mao hükümetiyle Komünist Parti’nin ve “tek bir Çin”in tanınmasıydı. Anlaşma sonucunda Çin Halk Cumhuriyeti’ne Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisine sahip beş üyesinden biri olma ayrıcalığı tanındı (diğerleri SSCB, ABD, Büyük Britanya ve Fransa’ydı). Anlaşmadan önce bu konuma sözde “Çin Cumhuriyeti” Tayvan sahipti.

Böylece ABD-Çin ilişkilerinde yeni bir aşama başlamış oldu. Öyle ki bu ilişkiler 1979’da, Mao Zedong öldükten sonra Deng Şiaoping’in yönetime geçmesi ve çokuluslu şirketlerin ülkeye girişini sağlamasıyla ülkenin yarısömürgeleşme sürecini başlatarak derinleşti ve bu yeni aşama nihayetinde 1992’de kapitalist restorasyonla sonuçlandı.

ABD emperyalizmiyle yapılan bu anlaşma, ABD’yi bugüne kadar, “tek ülke, iki sistem” sloganını sahiplenen ÇKP rejimini tüm Çin’in meşru hükümeti olarak tanımaya götürdü. İlerleyen süreçlerde, 1997’de İngiliz sömürgesi olan Hong Kong’un ve 2001 yılında eski bir Portekiz kolonisi olan Makao’nun kendisine teslim edilmesi konusunda ÇKP dünya emperyalizmiyle mutabakatlara vardı. Böylece Tayvan’ın anakara Çin’e olası entegrasyonunun kapısı açık bırakıldı ve bu sorun somut bir anlaşma olmadan, çözülmemiş bir şekilde günümüze dek vardı.

Şu anda sadece 16 ülke Tayvan’ı diplomatik olarak tanıyor. Vatikan (Avrupa’da tanıyan tek ülke) dışında hepsi dünya çapında ekonomik ve siyasi ağırlığı düşük olan ülkeler: Amerika kıtasından Paraguay, Honduras, Belize, Guatemala, Haiti, Saint Kitts ve Nevis, Saint Lucia, Saint Vincent ve Grenadinler; Afrika kıtasından Esvatini (eski adıyla Svaziland); Okyanusya’dan Tuvalu, Palau, Nauru, Kiribati, Solomon Adaları ve Marshall Adaları.

“Asya Kaplanları”ndan biri olan Tayvan

Tayvan, 23 milyondan biraz fazla nüfusuyla 36.197 km2’lik bir ada. Son dönem Asya kapitalist gelişiminin kutuplarından biri olan sözde “Asya kaplanları”ndan biri. Tayvan, Güney Kore, Singapur ve bugün Çin’in Özel İdari Bölgesi olan Hong Kong ile birlikte, 1960-70’lerden bu yana endüstrisini, daha büyük kâr payları arayışındaki çokuluslu şirketler tarafından yatırımın yeniden yönlendirilmesiyle, Asyalı yarısömürgelerin sunduğu ucuz emeğin aşırı sömürüsü üzerine kurarak geliştirdi. Böylece dünya pazarına ihracat için imalat sanayisinde yoğunlaşarak üretime başladı.

Elbette kapitalist Çin de bu kervana katılacaktı ve öyle de oldu. O zamandan beri ülke ABD’li, Avrupalı ve Japon emperyalist yatırımlarına açık durumda. Bugün Komünist Parti’nin diktatörlüğü altında her şeyi ucuz emekle ve Çinliler için hiçbir sendikal hak ya da örgütlenme özgürlüğü olmadan üreten 70 bin emperyalist şirket var.

Bugün Tayvan, entegre devrelerde dünyanın üçüncü, yarı iletken ve mikroçiplerde de dünyanın en büyük ihracatçısı oldu ve yüksek bir ekonomik yoğunlaşma ile en gelişmiş elektronik ürünleri üretmekte.

Tayvan’ın kişi başına düşen yurtiçi hasılası, Güney Kore’ninkine benzer şekilde 28 bin 400 dolar (Arjantin’in üç ve Brezilya’nın dört katı). Bu gelişme, tüm Asya kapitalizminde olduğu gibi, yabancı yatırıma, emeğin yüksek oranda sömürülmesine ve Avrupa ve ABD’ye kıyasla nitelikli ve nispeten ucuz işgücüne dayanmakta. Tayvan düşük yurtiçi tüketimi olan ve ekonomisi ağırlıklı olarak elektronik ürünlerin ihracatına ayrılmış bir ülke.

Tayvan’ın ticaret yaptığı başlıca ülke, toplam ihracatının üçte birinin gittiği Çin. 2021’de Çin’e 188 milyar dolar ihracat yaptı. 2010 yılından beri Çin ve Tayvan arasında bir serbest ticaret anlaşması var. Tayvan’daki şirketlerin sadece Çin Halk Cumhuriyeti’nde 150 milyar dolarlık yatırımları olduğu ve Tayvan’dan çok daha ucuz işgücüne sahip olan Vietnam, Endonezya, Myanmar, Tayland ve Hindistan gibi diğer Asya ülkelerinde de önemli yatırımları olduğu tahmin ediliyor.

Bu genişlemenin başında, dünyanın gelişmiş çiplerinin yüzde 84’ünü üreten ve Fortune dergisi tarafından dünyanın en değerli 22. şirketi olarak kabul edilen TSMC şirketi geliyor (Clarín verileri, Arjantin, 4 Ağustos 2022).

Çin, ABD ve Tayvan arasındaki silahlanma yarışının tehlikeleri

İhtilaf neden şimdi yeniden yükseliyor? Birçok burjuva yorumcu, Nancy Pelosi’nin, ABD askeri yüksek komutanlığının kendisine aksi yönde tavsiyede bulunmasına rağmen, Ukrayna’nın işgali sırasında, Çin hükümetinin sert bir biçimde tepki gösterdiği Tayvan gezisini neden yaptığını merak ediyor. Belirttiğimiz gibi bu gezinin çerçevesi, Rusya ve Putin’in Ukrayna’yı işgaliyle körüklenen dünya kapitalist ekonomik krizinin keskinleşmesidir.

Bütün veriler hem ABD hem de Çin emperyalizminin bir savaşa dahil olmak istemediğini gösteriyor. Bu olası savaşın başlıca muhalifleri hem Çin’de hem de Tayvan’da kârları olan ve yatırımlarıyla işletme paylarında karşılıklı çıkar ilişkileri olan çokuluslu şirketler ve Çinli, Tayvanlı ve Amerikan büyük burjuvazisidir.

Dünya pazarına en entegre ülkelerden birisi olan Çin’in diktatöryal rejimi, Tayvan Boğazı’ndaki bir savaşın, önemli bir ihracatçı ve ithalatçı olan kendi ekonomisi üzerinde çok ciddi sonuçları olabileceğini biliyor.

Tayvan burjuvazisinin kendisinde de bölünmeler var. Alışılmadık bir şekilde, bugün burjuva liberal hükümete karşı muhalefette olan eski Kuomintang (KMT), yıllardır ÇKP rejimi ile uzlaşma politikası izliyor. Mevcut krizin ortasında, KMT’nin bir temsilcisi şirket sahipleriyle görüşmek için Çin’e seyahat etti.

Tayvan’da “demokrasinin babası” olarak bilinen eski Devlet Başkanı Lee Teng-hui, burjuva demokratik siyasi açılıma izin veren anayasa değişikliklerine öncülük etmişti ve 2000 yılında KMT üyesi olmayan ilk cumhurbaşkanı Chen Şui-bian’ın seçilmesinin önünü açmıştı. O zamandan beri liberal hükümetler Çin’i bağımsızlık ilan etmekle tehdit ettiler. Bu, Tayvan burjuvazisinin hiçbir zaman resmi olarak yapmadığı bir şeydi.

Bölgedeki durumda görülen kontrolsüzlük, hem Biden hükümetinin hem de Çin rejiminin yaşadığı ekonomik ve siyasi krizle ilgili. Çin ekonomisi artık çift haneli bir şekilde büyümüyor. Yabancı yatırım düşüyor, küçük yatırım sahipleri birikimlerini iade etmedikleri için bankalara isyan ediyor. Bunlara ek olarak dünya tüketimindeki düşüş de Çin’i etkileyecek etmenlerden biri.

Örtülü bir ekonomik ve sosyal krizle karşı karşıya olan ÇKP diktatörlüğü, Tayvan’ı geri almanın milliyetçiliği körükleyerek iç krizini bir nebze hafifleteceğini ve ABD ile müzakereler için kullanabileceği bir şantaj kozu işlevi göreceğini düşünüyor. Şi Cinping, üçüncü kez göreve gelmeyi hedeflediği 20. Kongre toplantısı yaklaşırken ÇKP’de iktidarını konsolide etmeye çalışıyor.

Diğer yandan Nancy Pelosi’nin Tayvan ziyareti, ancak Biden’ın Demokrat Parti hükümetinin karşılaştığı iç zorluklarla açıklanabilir. Hükümet yükselen enflasyon, çözülemeyen sosyal sorunlar, göçmenlik ve Ukrayna savaşı için yapılan harcamalar gibi başlıklar nedeniyle yıprandı. Kasım ayındaki milletvekili seçimlerinde Cumhuriyetçiler Demokrat Parti’yi geriletirlerse hükümeti iyice zayıflatabilirler. Bu durum Biden’ın, ABD seçmenlerinin büyük bir bölümünü oluşturan muhafazakâr ve gerici seçmen tabanına kendisini Çin’e karşı “kırmızı çizgileri olan” ve “Tayvan’ın yılmaz savunucusu” şeklinde sunmasına sebep oldu.

Hem Biden hem de Şi Cinping, kapitalist emperyalist sistemin küresel krizinin bir ifadesi olarak ateşle oynuyor. Bu, emperyalistler arası sürtüşmelerde ve silahlanma yarışında tehlikeli bir artışa yol açmakta ve kesinlikle reddettiğimiz bir bölgesel savaş tehlikesine sebep olmakta.

Tayvan: ABD emperyalizminin desteklediği yapay bir kapitalist ülke

ABD emperyalizmi, 1949’da soykırımcı Çan Kay Şek tarafından yapay bir şekilde yaratılışından bu yana Tayvan’ı destekledi. O zamandan beri siyasi, askeri ve ekonomik açıdan yakın ilişkiler kurdular ve ABD için burası Asya’da karşıdevrimci bir yığınak işlevi gördü.

Bu nedenle Tayvan, aslında başından beri siyasi ve askeri bir anklav niteliği taşıyan bir Amerikan yarısömürgesi, yapay bir kapitalist ülkedir.

ABD, Japonya ve Avrupa emperyalizminin Çin ve ÇKP diktatörlüğü ile anlaşmasına rağmen, ABD Tayvan’ı korumayı bırakmadı. Yalnızca Çin ile yapılan anlaşmalara bağlı kaldı. Bu nedenle Tayvan bugün aynı zamanda Çin için de bir ticaret ortağı ve yatırımcıdır.

Tayvan, Çin ulusunun bir parçası olmalı. 1972’den itibaren ABD ve BM bile bu durumu resmen kabul etmişti. Bu nedenle Tayvan sadece 16 küçük ülkenin tanıdığı yalıtılmış bir ülke durumunda.

Devrimci sosyalistler olarak Çin ve Tayvan’ın birleşmesi gerektiğini savunuyoruz ve bunu çözülmeyi bekleyen bir ulusal sorun olarak görüyoruz. Bununla birlikte, bu sorunun Çin’in kapitalist diktatörlüğünün yönetimi altında çözülmesini kabul etmiyoruz. Bir işgale veya bölgesel savaşa ise kesinlikle karşıyız.

Aynı zamanda, ABD’nin Tayvan’daki ve tüm Asya’daki tarihi varlığını ve politikasını da reddediyoruz. ABD İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Asya kıtasında 200 askeri üs kurdu. Japonya’da 112, Güney Kore’de 83 ve Filipinler’de beş üssü bulunuyor. Amerikan uçak gemisi Ronald Reagan kalıcı olarak bir Japon üssünde konumlanmış durumda ve Pasifik ve Asya denizlerindeki tüm gözetim hareketlerinin desteği işlevi görüyor.

Halkı değil, şirketlerini ve emperyalist çıkarlarını savunmak ve bölgenin ve dünyanın jandarması olarak hareket etmek isteyen ABD’nin Tayvan ve Asya’daki tüm birliklerini derhal geri çekmesi ve askeri üslerini kapatması gerektiğini savunuyoruz.

Aynı zamanda Çin emekçi halkına aşırı sömürü koşullarını dayatan ve Hong Kong örneğinde olduğu gibi önemli direnişlerle karşılaşan Çin emperyalist diktatörlüğünü de reddediyoruz. Geçmişte Vietnam’a karşı sınırda askeri saldırganlık eylemlerinde bulunmuş olan Çin bugün de Sincan ve Tibet halklarını iç sömürgeler olarak görüp ezmeye devam ediyor. Çin emperyalizmi aynı zamanda halkın isyan ettiği yozlaşmış Sri Lanka rejiminin de temel destekçilerinden biriydi.

İşte bu yüzden Tayvan’a yapılacak her türlü askeri saldırıya karşıyız. Çünkü bu saldırı ancak Çin emperyalist burjuvazisinin çıkarlarını savunacaktır. Tayvan ve Asya’daki askeri ve emperyalist siyasi varlığı da reddediyoruz, çünkü bu da yalnızca ABD emperyalizminin askeri müdahalesinin gerçekleşme ihtimalini körüklüyor.

İşçilerin ve halk kesimlerinin ihtiyaçlarına ve çıkarlarına hizmet ederek Çin ve Tayvan halklarının gerçek anlamda yeniden birleşmesi ancak, öncelikle Çin’de ve aynı zamanda Tayvan’da yaşanacak sosyalist bir dönüşümle mümkün olabilir. İşçilerin Uluslararası Birliği – Dördüncü Enternasyonal (İUB-DE) olarak Çin’deki işçi, köylü ve halk mücadelelerini destekliyoruz. Bu mücadeleler sonucunda Çin’in kapitalist diktatörlüğü son bulacak ve bir işçi-emekçi hükümeti kurulabilecektir. Ve yalnızca bir işçi-emekçi hükümeti Çin’de kapitalist sömürüye son vererek işçi demokrasisi temelinde gerçek bir sosyalizmin inşasına girişebilir. Aynı şekilde Tayvan’da da işçi-emekçi hükümetine ulaşmak perspektifiyle işçilerin ve halkın mücadelelerini destekliyoruz.

12 Ağustos 2022

Yorumlar kapalıdır.