Almanya seçimlerinin gösterdikleri
Almanya’da 2021 yılında yapılan seçimlerden sonra kurulan Sosyal Demokrat Parti (SPD), Yeşiller ve Özgür Demokratik Parti’den (FDP) oluşan koalisyonun bütçe görüşmeleri sonucunda dağılmasıyla erken seçim kararı alınmıştı. Seçimler, Almanya’nın içinde bulunduğu derin krizin politik yansımalarını çarpık da olsa açığa çıkardı: İşçiler öfkeli ve alternatif arıyorlar. Avrupa Birliği (AB) çatısı altında yeni bir kemer sıkma istemiyorlar. Bu krize sahici, sınıf eksenli ve somut politika üretemeyen her parti yenilgiye mahkûm.
630 koltuklu Bundestag’da (Almanya Federal Meclisi) 316 koltuk ile iktidar olunuyor. Bu sayıyı yakalayan parti çıkmadığına göre koalisyon kurulmak zorunda. Yüksek olasılıkla, Almanya’daki tüm kemer sıkma politikalarının altında en çok imzası bulunan iki parti Hristiyan Demokratlar (CDU) ve SPD koalisyonu göreceğiz.
AfD gerçeği
Oylarını ikiye katlayan aşırı sağcı parti Almanya İçin Alternatif (AfD), seçimin galiplerinden biri. Hiçbir partinin AfD ile hükümet kurmayacağını açıklamasıyla 2029 seçimlerine kadar ana muhalefet partisi olarak kalacak. Trump iktidarı tarafından Avrupa’da gittikçe destek gören ve meşrulaştırılan AfD’nin neoliberal ve kemer sıkma dışında Almanya’ya bir şey vermeyen SPD ve CDU’nun büyük koalisyonuna karşı elini güçlü tutacağı açık. Almanya genel politikasının alternatifsizlik hali AfD’nin bir sonraki seçimlerde iktidar olma olasılığını artırıyor.
Seçimin en çok oy alan partisi Merkel’in mirasçısı CDU oldu. Pandemi ile ciddi oy kaybı yaşayan CDU 2021 seçimlerinde yerini SPD’ye bırakmıştı. Ekonomik krizle iktidardan giden CDU yine bir ekonomik krizle ve yeni başkanı ile geri döndü.
Yeni Almanya Şansölyesi olarak Friedrich Merz, eskinin neoliberal politikalarından farklı pek fazla bir şey vaat etmiyor. Fakat AfD’nin yükselişi CDU’yu daha sağa itmiş durumda. Yeni Şansölye, ocak ayında Almanya’nın göç politikalarını sertleştirmeyi hedefleyen yasayı AfD’nin desteğiyle meclisten geçirdi. Bu ortaklığın karşısında ülkede ciddi kitle seferberlikleri oldu.
Almanya’da 1350 avronun altında yaşayanlar yoksul kabul ediliyor. Buradan yola çıkarak Almanya’nın yüzde 16’sının yoksul olduğu söylenebilir. 2020 yılından bu yana Almanya’da gıda enflasyonu yüzde 30 oranında arttı. Bunun dışında Almanya uygun maliyetli konut sorunu ile de boğuşuyor. Emlak krizinin bir sonucu olarak kira fiyatları ciddi oranda arttı.
AfD, tüm bu çözümsüzlük ortamında kitlelerin yoksullaşmasıyla ve devrimci sol bir alternatifin olmamasıyla büyüyor. Tüm bu yoksullaşma, enerji krizi, ekonomik kriz ve AB’ye karşı bir politika vaat eden AfD’ye işçilerin yüzde 38’i, işsizlerin yüzde 34’ü, emeklilerin ise yüzde 13’ü oy vermiş durumda. 25 yaş altındaki gençliğin ise 2. partisi konumunda. Almanya’nın enerji krizine karşı AfD nükleer santralleri tekrar açmayı vaat ediyor. AfD Başkanı Alice Weidel bir konuşmasında rüzgâr santrallerine karşı şöyle demişti: “Tüm rüzgâr türbinlerini yıkacağız. Yıkılsın bu utanç değirmenleri!”
Alternatif var mı?
AfD’nin yükselişi CDU, SPD ve Yeşiller gibi partilerin bulunduklarından daha da sağda konumlanmalarına yol açıyor. 1998 yılında ilk defa SPD ve Yeşiller iktidarı altında Almanya’nın bugün enerji krizine yol açan politikalar hayata geçirildi. Ayrıca AB’nin avro ortak para birimine geçmesi yine bu hükümet altında oldu.
2000’lerin başında Alman sendikalar konfederasyonu DGB ile avro basma tekelini elinde bulunduran Merkez Bankası, grevlerin ve ücretlerin baskılanması için bir anlaşma yaptı. Avrupa’nın güneyinde işçilik maliyetleri artarken Almanya’da azaldı. DGB’nin örgütlü olduğu sektörler özellikle ihracat yapan sektörlerdi. Almanya ihracat fazlasıyla cari fazla verirken 2001 ile 2009 arasında Alman işçilerin reel alım güçleri ciddi oranda düşürüldü. O gün döşenen taşlar bugün kendisini iktisadi açmaz ve kriz ile gösteriyor.
Seçimlerde öne çıkan partilerden biri de, bölünme yaşamasına rağmen yeni lideri Heidi Reichinnek ile seçime girerek kısa sürede oyunu iki katına çıkaran (yüzde 8,7) Die Linke (Sol Parti) oldu. Devrimci bir kopuş çizgisinde olmayan bu parti, 25 yaş altı gençler arasında hızla popülerleşti. Ayrıca işçiler arasında oyu 3 puanlık artışla yüzde 8’e çıktı. Fakat Die Linke, işçi sınıfı içinde onun bağımsız politikasını yürüten bir parti olmaktan uzak. Aynı zamanda Filistin’de soykırıma karşı durmadığı gibi İsrail’i açıktan eleştiremiyor. Yine de bu partinin hızlıca büyümesi, işçi sınıfının kopuşçu bir sol alternatif yaratıldığında hızla kitleselleşeceğini gösteriyor.
Alman emperyalizmi, ister CDU isterse AfD iktidarı altında olsun her şekilde işçi sınıfına ve emek hareketine karşı büyük bir mücadeleye girecek. İşçi sınıfının ve nitelikli işçi açığının en büyük paydaşı olan göçmenlere karşı mücadele, sınıfa karşı mücadelenin ayrılmaz bir parçasıdır. Bu sömürü ve baskı ortamı, Alman emek hareketi üstünde de kendisini hissettirecek.
Alman işçi sınıfı AfD’ye mahkûm edilemez. Zamanında dünyanın en eski işçi partilerinin kurulduğu Almanya’da bugün devrimci bir işçi partisinin inşası yakıcı bir şekilde aciliyetini korumaktadır. Böyle bir partinin varlığı tüm Avrupa’da işçi sınıfı için bir alternatif teşkil edecek, Avrupa enternasyonalizminin katalizörü olacaktır.
Yorumlar kapalıdır.