Enfekte rejim, enfekte süreç
AKP-MHP tarafından “Terörsüz Türkiye” olarak adlandırılan süreç devam ediyor. Bu süreçte ulaşılması murat edilen net hedefler, bu hedeflere varmak üzere kullanılacak yol ve yöntemler ise halen belirsiz. Karşımızda iktidarın olabildiğince sündürmek istediği muğlak bir gidiş ve sürecin parçası olan herkesin farklı telden çalabileceği şekilde örgütlenmiş bir kakofoni var.
Rejim bir yandan Kürt halkının Suriye’de statü elde etme ihtimalini boğmak, öte yandan DEM ile CHP arasında birkaç seçimdir süren ittifakı bozmak ve varlığını kalıcılaştırmak niyetinde. Mevcut süreç, daha birkaç ay önce kitlesel seferberliklerin hedefi olmuş bu rejimin meşruiyetini tahkim etmesi, burjuva muhalefeti diz çöktürmeye yönelen operasyonların muhalefetin ortak ve eylemli karşı koyuşu ile karşılaşmadan sürdürülmesi, Kürt siyasi hareketinin mevcut rejime tehdit oluşturmayacak şekilde dişleri sökülerek ehlileştirilmesi hedefleriyle yürütülüyor.
Mecliste kurulan komisyon, tüm makyaj çabalarına rağmen rejimin gerçek yüzünü saklayamıyor. Kurucu önder olarak taltif edilen Öcalan’ın demokratik toplum manifestoları yazdığı bu tarihsel kesitte bir Barış Annesi, davet edildiği mecliste anadilinde konuşamıyor. Bu mudur çözümün adresi denilen meclis?
Sakız gibi çiğnenen “süreç enfekte olmasın” sözü, sağlıklı yürüyen bir süreç olduğu yanılsamasını besliyor. Ortada gerçekten demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü konusunda adım atmakta kısmen dahi samimi bir irade olsaydı, bu gibi ihtarlarla şimdiye dek topluma zerk edilmiş olan şoven milliyetçiliğe dikkat çekiyor olması gerekirdi. Bugün ise “aman arabayı devirmeyelim” diyen gerici bir uzlaşı çağrısı olmaktan öte anlam taşımıyor. Halbuki söz konusu arabanın Kürtlerin inmek için on yıllar boyu mücadele verdiği beyaz Toroslardan biri olup olmadığı dahi şüpheli. Rejimin kendisi enfekte iken süreç nasıl sağlıklı olabilir?
Gerçekçi olmak adına iktidarı muhatap almanın kaçınılmaz olduğu anlayışıyla hareket etmek, sorunun çözümünü imkânsız bir denkleme, emekçilerin ve ezilenlerin geleceğini Tek Adam rejimine hapsetme tehlikesi taşıyor. Konu gerçekçilik ise önce, iktidarın niteliğini kavrama hususunda gerçekçi olunması gerek. “Türk-Kürt-Arap ittifakı” gibi söylemler, halkların eşitlik temelinde bir araya gelmesini değil, Türk egemenlerinin, emperyalizmin olur verdiği sınırlar içinde bölgesel güç olmaya yeltenme hevesini, “iç cepheyi tahkim” parolası rejimin işçi sınıfını ve Kürt halkını bir asır daha zincire vurma dileğini yansıtıyor.
Sosyalist titrini taşıyan vekillerin bu komisyonda yer almasına kategorik olarak karşı çıkmak gerekmiyor. Esas mesele, bu zeminin emekçilere seslenmek için hakkıyla değerlendirilmesi. Komisyonda açığa çıkan manzara karşısında yakınmacı bir pozisyona sıkışmaktansa rejimin işçilere, ezilenlere teşhir edilmesi gerek. Bu rejimin ve kurumlarının, demokratikleşme ve Kürt sorununun çözümü için anlamlı bir adım atmasının imkânsız olduğu kitlelere döne döne anlatılmalı. Ne de olsa demokrasi yasama faaliyetinin değil ancak o kitleler yöneldiği ölçüde gelişecek bir devrimci faaliyetin neticesi olarak hayat bulabilir.
Yorumlar kapalıdır.