Hükümetin demokrasi maskesi makyaj tutmuyor

Geçen ayki manşetimizde “Asıl mücadeleyse şimdi başlıyor” demiştik. 25 Kasım grevinin ardından devlet ilk olarak grevci işçilerin cezalandırılması işine girişti. Açığa alınan memur sayısı 46’yı buldu. Sonrasında itfaiye ve Tekel işçilerinin direnişi polis saldırıları ile karşı karşıya kaldı. Belediye-iş’li emekçiler ise haklı mücadelelerini duyurmaya çalışırken gözaltına alındılar. Öte yandan, DTP’nin oy birliği ile kapatılmasını, yeni kurulan BDP’nin (Barış ve Demokrasi Partisi) üyelerinin gözaltına alınması izledi.

Tüm bu saldırıların ortak noktası şu: Saldırıların tamamı yasalara uygundur ve burjuva devletin hiçbir kurumu bu saldırılardan yana rahatsız değildir. Ne Anayasa Mahkemesi, ne polis, ne de hükümet tüm bu saldırılar sırasında yasalar ve düzen çerçevesindeki yetkilerini aşmamıştır. Aksine, bu kurumların tamamı sadece kendi görevlerini icra etmişlerdir.

Demokratik mevzilerin darlığı

Geçtiğimiz bir ay içerisinde demokratik mevzilerimizin darlığını bir kez daha gördük. Ancak bunu görebilmemizin sebebi, burjuvazinin ani bir tutum değiştirmesi olmadı. Burjuvazi zaten işçi ve emekçilerin mücadelelerini engelleyecek yasalara sahipti. Bugüne kadar bunları düzenli olarak, işçi sınıfının direnişe geçmesini engellemek için kullanmaktaydı.

Krizle yaşadığımız bir yılda gördüğümüz gibi, pek çok sendikanın grev ve toplu sözleşme hakkı yoktu. Tensikatlara karşı iş yerimizi savunmak ya da grev sırasında grev çadırı kurmak gibi hakkımız dahi yoktu.

Bir aydır ekonomik taleplerimiz için başlattığımız eylemlerde de burjuvazi, kendi yasalarına dayanarak bize karşı tüm baskı güçlerini kullanmaya devam ediyor.

Hükümet demokrasi yalanlarını atadursun. Son bir ayın ve krizle dolu bir yılın bilançosunu çıkardığımızda, işçi sınıfının siyasal demokrasi adına pek az şeye sahip olduğunu görmekteyiz.

DTP’nin kapatılması

DTP’nin kapatılması da, aynı siyasal demokrasi yoksunluğunun bir göstergesidir. İşçi sınıfının mücadelesini kısıtlayan yasalar ile DTP’yi kapatan yasalar temelde aynıdır. Bu yüzden de, DTP’nin kapatılması kesinlikle işçi ve emekçilerin aleyhine olan bir durumdur.

Biz sınıf bilinçli işçiler bilmeli ve artan şovenizme karşı diğer işçilere daha da gür sesle anlatmalıyız ki; Kürt halkını baskı altında tutan her yasa, işçi ve emekçilerin mevzilerini de daraltmaktadır.

Bugün DTP’nin kapatılmasını sağlayan yasalar, işçi sınıfının siyasi iradesini ortaya koyabilmesini de engelleyen yasalardır. “Kürt partisi” kurmayı yasaklayan yasa maddesi ile sınıf eksenli parti kurmayı yasaklayan yasa aynı maddededir. Herhangi bir demokratik Kürt mitingine polisin müdahale edebilmesini sağlayan yasa ile bugünkü mücadelemize polisin müdahalesini meşru kılan yasa da tamamen aynı yasadır.

Sınıf mücadelesi ile yoksul Kürt halkının mücadelesinin birbirinden ayrılmadığını, pek çok ortak hedefe yöneldiğini görmeliyiz. Bu yüzden, Kürt haklına yönelik tüm baskıların kaldırılması ve de süren operasyonların durdurulmasını talep etmeliyiz.

Özne işçi sınıfı

Ankara’da Türk-iş’in önünde biriken emekçiler, “Türk-iş salla AKP yıkılsın!” sloganını atmaktalar. Bu slogan direnişteki işçilerin, AKP’nin sınıf düşmanı politikalarına karşı duydukları kini güzel şekilde ifade etmektedir. Ancak direnen işçilerin ve de Kürt halkının maruz kaldığı baskılar, sadece hükümetten değil, hükümetin de bir parçası olduğu; yasaları ve meclisi de kapsayan bir sistemden kaynaklanıyor.

Bunlara karşı, yoğun saldırı altında olan direnişlerimizde başlattığımız meşru mücadeleyi savunmaya devam etmeliyiz. Direnişteki emekçileri desteklemek ve mücadelenin birleştirilmesi için başlatılan çabalara (Türk-iş’in 1 saatlik iş bırakma eylemi gibi) tüm gücümüzle sarılmalı ve daha da güçlenmesi için çabalamalıyız. Tabii ki bugünkü tablonun sendika bürokrasilerinin izlediği işbirlikçi tutumların birer sonucu olduğunu da unutmamalıyız. Tekel özelleştirilirken Türk-İş genel grev, genel direniş deseydi bugün Tekel işçileri Ankara’nın ayazında kaybedilmiş bir mevziiyi yeniden kazanmanın mücadelesini vermek zorunda kalmazdı. Şimdi mangalda kül bırakmayan Tek Gıda-İş ve Türk-İş sürekli eylem kararını Tekel özelleştirilirken alsaydı sadece Tekel’i değil tüm işçi sınıfını saldırılar karşısında ayağa kaldırabilirdi. Kuşkusuz hiçbir zaman geç değil, ayağa kalkmak için…

Dolayısıyla bu mücadele sürecinde, sendika bürokrasisinin bir yandan yaymaya çalıştığı şovenist zehre karşı, taleplerimizi Kürt halkının demokratik talepleri ile de birleştirmeli ve burjuva devletin karşısına çok daha güçlü bir şekilde çıkmalıyız.

İşçi sınıfı olarak burjuvaziye karşı siyasal bir özne olmayı başarabilirsek, gerçek anlamda kalıcı ve de güçlü mücadele mevzilerine sahip olabileceğiz.

Yazan: İşçi Cephesi, 25 Aralık 2009

Yorumlar kapalıdır.