Türkiye dikensiz gül bahçesi olmayacak!

Kısaca, elinde güç olanın istediği her şeyi yapma ve yaptırma düzeninin adıdır Orman Kanunu. Adalet, eşitlik, hak-hukuk, vicdan, merhamet, insanlık hiçbir şekilde geçerli değildir. Geçerli olan tek kural elinde güç olanın isteği ve çıkarıdır. Türkiye’de bugün geçerli olan düzen kelimenin gerçek anlamıyla budur. “Hiç kimse kaynağını kanundan almayan bir yetkiyi kullanamaz” hükmü mazide kalmıştır. Başta Anayasa olmak üzere yazılı hiçbir kanun hükmünün gücü elinde bulunduran iktidar için caydırıcılığı, yaptırımı, denetimi söz konusu değildir. Son dönemde yaşanan olaylar, bu tabloyu olduğu gibi ortaya koymaktadır.

1) Kürtlerin yoğun olarak yaşadığı bir dizi yerleşim bölgesinde aylardır sokağa çıkma yasakları ve giriş-çıkışı imkânsız kılan bir abluka uygulanıyor. Bu yasaklar İl İdaresi Kanunu’na dayandırılsa da iktidar dışı tüm hukukçular bu kanundan doğan uygulamaların açıkça hem hukukun evrensel prensiplerine hem de Anayasa’ya aykırı olduğu konusunda hemfikirler. Ortada olağanüstü hal ya da sıkıyönetim ilanı yok ama bunlardan doğan tüm yetkilerin kullanımı ve uygulaması var. Devlet gücünü elinde tutanın kanunu kendine uydurması, işine geldiği şekilde uygulaması ve ben yaptım oldu demesi tam anlamıyla bir Orman Kanunu halidir! Ortaya çıkan ve halen devam eden akıl almaz; insani, siyasi, sosyal, ekonomik, kültürel, çevresel yıkım işte bu keyfi “ben yaptım oldu” halinin bir sonucudur. Bu açık gerçeğe rağmen iktidar ve çevresi kendini sütten çıkmış ak kaşık, kendisi dışındaki herkesi hain olarak damgalamaktadır. Orman Kanunu da zaten budur.

2) Artvin Cerattepe’de aksi mahkeme kararlarına rağmen Cengiz İnşaat iktidar desteğiyle maden arama faaliyetlerine yeniden başladı. Yöre halkı topyekûn bir şekilde buna karşı direnişe geçti. İktidarın yanıtı: “Vurun geçin!” Havuz medyasının çığırtkanlığı: “İkinci Gezi!” Sebep: İnsanların ekonomik ömrü sınırlı, zararları ise kalıcı olacak bir maden faaliyetine, yaşam alanlarını korumak için hayır demesi. Üç kuruş için çevreyi zehirlemek vatanseverlik, karşı çıkmak gayri millik, hainlik. İktidar yanlısı tek bir şirketin ekonomik çıkarı, üstelik aksi mahkeme kararlarına rağmen, bir ilin tüm insanlarının ve bir ülkenin doğal çevresinin üzerine çıkarılıyor ise bunun adı Orman Kanunudur! Başbakan Davutoğlu’nun devreye girmesi dahi ancak durmuş görüntüsü verebildi. Saray kaynaklı açıklamalara ve havuz medyasının yayınlarına göre ise maden faaliyetinin her şeye rağmen mutlak şekilde devam ettirilmeye çalışılacağı anlaşılıyor.

3) Suriye’ye gönderilen tırlarla ilgili yaptıkları yayınlar sonrası, casusluk suçlamasıyla müebbet hapis istemiyle tutuklanan Erdem Gül ve Can Dündar, Anayasa Mahkemesi (AYM)’ne bireysel başvuruda bulunmuştu. AYM 92 gün tutuklu kalan Gül ve Can’ın hak ihlali yapıldığı gerekçesiyle salıverilmeleri gerektiği kararını verdi. Gül ve Can bırakıldı. Ve ardından alışıldık olsa da Cumhurbaşkanı Erdoğan için dahi yeni bir eşik anlamına gelen, “kararı tanımıyorum, saygı duymuyorum” minvalindeki açıklama geldi. İşareti alan hükümet ve havuz medyası da karara karşı saldırıya geçti. En hafif deyimle AYM’nin gaflet ve dalalet ve hatta hıyanet içinde olabileceği ilan ediliverdi. Neden? Çünkü AYM onların beklentilerini karşılamayan, çıkarlarına uymayan bir karar verdi. Mesele bu kadar açık ve net! Bunun anlamı bana hizmet etmeyen hiçbir karara ve kuruma yaşama hakkı vermem demektir. Pekiyi, madem böyle bütün bu tiyatroya ne gerek var? Onun cevabı da belli. Halen atılması gereken birkaç adım daha var. Ondan sonra Saray’ın hayali de belli: Türkiye’nin kendisi için dikensiz gül bahçesi olması.

4) Bursa’da Renault işçileri asgari ücret zammının kendi maaşlarına da yansıtılması için tamamen yasal ve meşru gösteri haklarını kullanmaya başladı. Söz konusu olan sanki işçiler değil de organize bir suç örgütüymüş gibi hükümet tüm devlet gücünü hareket geçirdi. Sendika bürolarını bastı, sendikacıları gözaltına aldı, işçileri evlerinden, fabrika önlerinden topladı. Pekiyi, neden? İşçilerin hangi yaptığı suç teşkil ediyor? Zam istemeleri mi? Vermem diyen patrona karşı üretimden gelen güçlerini kullanmaları mı? Anayasal güvence altında olan sendikal faaliyetleri mi? Hangisi? Biz söyleyelim: Silopi’de, Sur’da, Cizre’de, Artvin’de, Can-Gül davasında iktidar, hangi keyfi gerekçe ve gayri kanunilik ile hareket ediyorsa Bursa Renault’ta da aynı şekilde hareket etmektedir. Yasaları çiğneyen, Anayasa hükümlerine uymayan, mahkeme kararlarını hiçe sayan, kendi çıkarlarına aykırı gördüğü her karar ve kurumu hain ilan eden bizatihi iktidarın kendisidir. Saray tüm Türkiye’ye karşı bir güç bende gösterisi sergilemektedir.

Sayısız örnek daha eklenebilir. Kapatılan gazeteler, televizyon kanalları, el konulan şirketler, işkence, cinayet, rüşvet, menfaat, kayırma, dolup taşan cezaevleri ve nicesi. Bütün bunların gösterdiği tek bir gerçek var: Koruyacak gücünüz yoksa sahip olduğunuz hak ve hürriyetlerin hiçbir önemi yoktur. Türkiye, bir “ben yaptım oldu”, ülkesi haline gelmiştir. Türkiye, katliam dâhil her şeyin yapılabildiği ve yapanın da yanına kâr kalabildiği bir ülke haline getirilmiştir. Artık bir avuç gücün bir kamyon hak ve hürriyetten daha gerekli ve hayati olduğu bir kara düzen içindeyiz. Böylesi bir kara düzen içinde; işçi ve emekçilerin, ezilen ve sömürülen yoksul halk kesimlerinin, demokratik hak ve özgürlüklerden yana olanların, adalet ve eşitlik isteyenlerin örgütlü ve birleşik bir mücadele içinde olmaları dışında seçenek kalmamıştır. Zaman daralmaktadır.

Yorumlar kapalıdır.