Bir adım ileri, kaç adım geri?

Televizyonlarda daha önce hiç bu kadar yoğun bir şekilde tartışılmış ya da konuşulmuş mudur bilinmez, ama neredeyse her gün Kürt sorununun çözümünden bahsediliyor. Bahsedilen ise yine aynılaşmış durumda; akan kanın durması, Türkiye’nin bölgede etkin bir güç olması için Kürt sorununun çözülmesi gerektiği, Kürtlerin Türklerle eşit vatandaş olduğu, bunun önündeki engellerin birer birer kaldırılması gerektiği vs.

Özellikle referandum sonrası BDP’nin bölgedeki etkisinin tekrar ve tekrar ispatı, en azından, Kürtsüz bir Kürt çözümü olamayacağını büyük ölçüde göstermişti. Tam da bu noktada hangi Kürt’ün muhatap olarak alınacağı sorusu egemenlerin gündemine oturdu. Hazır “çözüme” biraz daha yakınlaşmış bölge sanayi odaları da varken AKP eliyle geliştirilmeye çalışılan yeni kitle tabanı da buraya denk düşüyordu.

Hemen referandum sonrası, Başbakan’ın BDP’yi hedef tahtasına oturtması ve “vesayet rejimi”nin korunmasında diğer güçlerle birleştiğini iddia etmesi oldukça manidar.

Bütün bu yeniden kümelenişin içinde PKK’nin silahlı varlığı ise “çözümün” önünde en büyük engel olarak görülüyor. Ardarda açıklanan, süresi uzatılan ateşkesler süresince silahlı gücün yeniden “ovaya dönmesinin” nesnel koşullarının oluşturulması bir yana, bizzat ovada politika yapanları hedef alan KCK gibi operasyonlar ile seçilmiş temsilciler tutuklanıyor. KCK davası süresince tutukluların mahkemelerdeki siyasi savunmaları ve Kürt halkının sürece verdiği kitlesel destek yeniden egemenlerin elinin zorlaşmasına neden olmakta.

Referandum sürecinde Kürt hareketinin, Abdullah Öcalan’ın da bir şans daha verdik diyerek belirttiği gibi, AKP’ye verilen kerhen desteğin artık umutsuz bir ilişki haline gelmesi de yine Abdullah Öcalan tarafından tespit edilmiş durumda.

Abdullah Öcalan, AKP ile ilişkiyi yeni bir komplo dönemi olarak tanımlayarak bu süreci Yeşil Komplo olarak adlandırıyor. Bu dönemde Kürt hareketinin yeni bir tasfiye hareketi ile karşı karşıya kaldığını belirtiyor. Buna karşı, 31 Ekim tarihi itibari ile bitecek olan ateşkes sonrasında ise orta yoğunluklu çatışmanın olacağı söyleniyor.

Bu arada hükümetin, daha önceden başaramayıp şimdi yastık altından çıkardığı sınır dışı harekât tezkeresi de bu dönem için bir kez daha Kürt sorununun hangi temellerde ilerleyeceğini aşağı yukarı göstermekte. Bir önceki dönemde sınır ötesi harekât tezkeresine karşı çıkan hiçbir milletvekilinin yeniden AKP listelerine girememesi AKP milletvekillerini tedirgin etmiş olacak ki, bu kez tezkere Meclis onayını alabildi.

Mesafe‘nin sayfalarında yazıldı. Kürt açılımı diye tarif edilen sürecin hükümet açısından çift karakterli ya da başka bir ifade ile ikiyüzlü bir şekilde yürütüldüğü Kürt hareketinin gündemine yeni yeni girmiş görünüyor.

Açılım sürecinde, Türkiye’nin özellikle Ortadoğu’da ABD’nin Irak yenilgisi sonrası oynamak istediği rol açısından, içerdeki Kürt sorununun bir şekilde çözülmesine duyduğu ihtiyaçtan başka bir motivasyon olmadığı bir kez daha açığa çıkmış görünüyor. Bu güçlü devlet ihtiyacı, TÜSİAD’ın bölge ziyaretinde, bölgenin yatırım için ne kadar uygun olduğunu görmesi ile duyduğu heyecanla(!) birleşince, Başbakan’ın yolumuzdan dönmeyeceğiz kararlılığının nedenini ortaya koymakta.

Sürecin ikili “havuç, sopa” karakterine bakıldığında, bir tarafta İçişleri Bakanı’nın bölge ziyareti ile samimi çözüm arayışı misyonunu üstlenmiş görünmesi, diğer taraftan Başbakan’ın KCK operasyonlarında olduğu gibi en şahinleri bile gölgede bırakacak açıklamaları eşzamanlı ilerliyor.

Kürt halkının kitlesel olarak bu ikili tasfiye girişimini fark etmemesi kaçınılmaz. Bütün bu sürecin yönetenler açısından belirleyenlerinden biri de geniş yoksul Kürt halkının seferberliklerini engellemek temelli çalışmalar yapılması. Bu nedenle gelişecek olan provokatif eylemlerin bu seferberliği engelleyici özüne ihtiyaç duyulacak bir döneme girdiğimizi söylemek şaşırtıcı olmayacaktır.

Yorumlar kapalıdır.