Çığlıklara kulak tıkayan “kahraman sendikacılar!”

Tarihin hangi döneminde evlatlarını arkada bırakanlar “kahraman” adını almıştır! Ve hangi zafer şarkısı geride kalanların çığlığına yoldaş olmuştur! Bu yakıştırma 1 Mayıs 2009’da yaşandı…

Dolapdere, Şişli, Okmeydanı, Mecidiyeköy, onlarca cadde ve Taksim’e geçit arayan yüzlerce ara sokak…

Binlerce insanı Taksim’i istila edecek telaşıyla zapturap altına alan kolluk güçleri!

Yalnızca kolluk demek, bire bir bilek güreşi demek değil elbet! İnsan boyundaki tekerleri, çelik gövdesi ve basınçlı su püskürten panzerleri. Tek bir mermisinde 50 kişiyi saf dışı bırakan biber gazı kapsülleri. Çelik kaskları, kauçuk copları ve plastik mermileri… Bu, bire bir görüntü… Taksim’i işgal edecek olanlara karşı alınan önlemlerin yalnızca görünen kısmı. Gözükmeyen kısım ise, Taksim’e çıkmak için haykırdıkları zafer şarkısının sermaye tarafından bestelenmiş olması…

“Bir anne düşünün, 5 yaşındaki çocuğunu alarak pazara gidiyor. Bir iki saat çocuğuyla birlikte alışveriş yapıyor. Pazar çantası, fileler, torbalar… Hepsi ağzına kadar dolu. Eve varmak için telaşlı. O kalabalık, o izdiham ve kargaşada 5 yaşındaki çocuğunu kaybediyor. Şaşkınca bir etrafına bakıyor, bir de elindeki pazar çantalarına. Çocuğunu zaten kaybetmiş, bir de elindekinden olmak var. Boşver diyor; evine Taksim Meydanı’na doğru yoluna devam ediyor”…

Bu yazıyı okuyan aklı başında kişi, ‘saçmalama, böyle de kurgu mu olur,’ der? Ve ekler, ‘hangi anne 5 yaşındaki yavrusunu, elindeki pazar sepetine tercih eder?’

Bizde böyle bilirdik. Çünkü sınıf kardeşliği olarak öğrenmiştik dayanışmayı. Çünkü kaybedecek bir şeyleri yok diye öğrenmiştik zincirlerinden gayrı. Çünkü kurtuluş yok tek başına diye bilmiştik sınıf kavgasını. Ya biz yanlış bellemişiz ya da Taksim’de zafer şarkılarını söyleyenlere doğru belletilmiş sınıf ayrımcılığı.

Birileri Okmaydanı’nda biber gazını teneffüs ederken, birileri Taksim’de halay çekiyorsa. Birileri şarkı söylerken, birileri çığlık atıyorsa. Birileri pazar çantasının derdine düşmüş ise öz evladını geride koyarak. Şimdi sormak gerekir, bu kurgunun neresi saçma diye!

Eğer 1 Mayıs birlik ve dayanışma günü ise, o gün nasıl bir bütünlük olduğunuz, kimlerle örtülü dayanışma gösterdiğiniz çok açık. Eğer zafer şarkınız sermayece aranje edilmiş, bestesi sendikalarca deformasyona uğratılmış ve orkestra şefi olarak da patronlar seçilmiş ise, kolluk gücüne ne gerek var ki…

Adı devrimci olan sendika 2008 1 Mayıs’ı ardından 2009 senesi için şimdiden örgütlenmeye başlayacağız demeci vermişti. Bir sene sonunda örgüte kattığı toplam işçi sayısı bin civarı olmalı ki emniyetin önerdiği makul sayıyı onayladı. Şimdi sormak gerekir; DİSK’in İstanbul’da sendikalı işçi sayısı ne kadardır?

Tamam, Taksim’e vardınız! Amacınız yalnızca bu mu idi? Kendinizi ifade etmenin sevinci bu mu olmalıydı!? Eğer geride kalanlar alınmadan bir adım dahi atılmamış olsaydı, emekten yana, direnenden yana bir tavrınız olduğunu söyleyebilirdim…

Bir makul sayıya kurban ettiniz herşeyi! Makul! Türkçesi uygun, yakışır anlamına gelmekte.

Gerçek sınıf sendikacılığına neyin yakıştığını ve neyin uygun düştüğünü varın siz karar verin.

Yazan: Mustafa Angın (07 Mayıs 2009)
[1 Mayıs günü Şişli, Mecidiyeköy, Okmeydanı yönlerinden Taksim’e ulaşmaya çalışıp, kimi zaman uzaktan Taksim’e yürüyen sendika kortejini de görmekle birlikte kısmetine Taksim değil bol sayıda gaz ve koşturma kalan 55 yaşında emekçi bir kardeşiniz!]

Yorumlar kapalıdır.