Hükümetin yeni Orta Vadeli Programı

Orta Vadeli Program bir ekonomik yıkım projesi! Birleşmek ve mücadele etmekten başka yol yok!

Yaşamakta olduğumuz büyük ekonomik krizin Türkiye’yi “teğet geçmekte” olduğu söylemi yerini artık hükümetin “ya kısmet” kaderciliğine terk etmiş durumda. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç “Allah kısmet ederse Ocak ayına kadar bu ekonomik krizin tüm etkileri silinecek, yeni yıla biz tertemiz pırıl pırıl yepyeni imkânlarla gireceğiz” diyor.

AKP hükümeti emekçilerle alay eder gibi elektriğe yaz başında indirim yapıp kış başında zam yapa dursun, ekonomi yönetiminden sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan nihayet merakla beklenen ve hükümetin 2012 sonuna kadar ekonomik hedeflerini ve uygulayacağı politikaları içeren “Orta Vadeli Programı” açıkladı.

Kuşkusuz ortaya koymaya çalışacağımız gibi, hükümetin yeni programı giderek ağırlaşan ekonomik krizin tüm yükünü emekçilerin sırtına yükleme çabasından başka bir anlam taşımıyor. Ama program, aynı zamanda bugüne dek hükümet tarafından savunulan değerlendirmelerinde yine bizzat hükümet tarafından topyekün yalanlanması anlamına geliyor. Zira programa göre önümüzdeki 3 yıl içinde en iyimser rakamlarla Türkiye ekonomisinin yüzde 6 oranında daralması öngörülmekte, o halde başbakan Erdoğan’a sormak gerekiyor hani kriz Türkiye’yi “Teğet geçecekti? ”

Orta Vadeli Programın hedefi ne?

AKP hükümetinin açıkladığı yeni programında, üç yılda büyümenin yüzde 5’e çıkması, işsizliğin yüzde 12,2’ye inmesi, bütçe açığının 39,1 milyar TL’ye düşmesi, istihdamın toplamda 1 milyon 250 bin kişi artması hedefleniyor. Yine programın işsizlikle ilgili beklentileri; İşsizlik oranının yıl sonunda 14,8’e çıkması, 2010’da yüzde 14,6, 2011’de yüzde 14,2, 2012’de yüzde 13,3’e gerilemesi yönünde.

Rakamların arasında boğulmayalım. Bu veriler şu an işsizlikle kıvranan yığınların önümüzdeki üç yıl boyunca yeni bir iş bulma şansı olmayacağının, yeni bir büyüme dalgası yaşanana dek üç yıl boyunca şiddetli bir ekonomik daralmanın pençesinde kıvranacağımızın açık itirafı.

Orta Vadeli Program’ın temel hedeflerinden bir diğeri ise “ekonominin rekabet gücünü ve esnekliğini arttıracak yapısal reformları hayata geçirmek” olarak ortaya konuyor. Bu reformların arasında ise “özel sektörün öncülüğünde” büyümeyi desteklemek ve “esnek çalışma biçimlerinin yaygınlaştırılması” sayılıyor. Bunun anlamı, zaten durma noktasına gelmiş kamu yatırımlarının tümüyle kesilmesi ve kısa bir süre içinde kıdem tazminatlarının kaldırılması, ücretlerin daha da baskı altına alınması, çalışma koşullarının ağırlaştırılması türünden yeni bir saldırı dalgasının işçi sınıfına yöneleceği gerçeği. Programa göre bunları, sağlık harcamalarının kesintiye uğraması ve sağlıkta yeni katkı payı artışları takip edecek.

Orta Vadeli Plan’ın açıklanmasının hemen ardından, 2010’da üç milyar lira tasarruf edebilmek amacıyla Maliye Bakanlığı, hem ilaç giderlerini azaltma hem de tedavi giderlerinde hasta payını arttırma yoluna gitti. Buna göre, daha önce ücret alınmayan sağlık ocakları ve aile hekimliği muayenelerinden 2 lira; 2 lira olan ikinci ve üçüncü basamak resmî sağlık kurumlarında 8 lira, özel hastaneler de ise 10 lira yerine 15 lira tedavi katkı payı alınacak.

Öte yandan, programın birkaç yerinde ihracatı artırmak için alınacak tedbirler sayılmakta. Bu tedbirlerden anlaşılan başlıca sonuç Çin, Hindistan gibi ülkeler karşısında rekabet olanaklarını yitiren Türkiye’de işçi ücretlerinin bastırılması. Türkiye işçi sınıfı, Fas’taki, Bangladeş’teki, Çin’deki düşük ücretlerin ve insanlık dışı çalışma şartlarının rekabet baskısı altında çalışmaya mahkûm edilecek.

Gelecek üç yılda da özelleştirmeler Ziraat Bankası, şeker fabrikaları, elektrik dağıtım şirketleriyle devam edecek. Ülkenin toplumsal ve ekonomik yapısı sermayenin öncelikli hedeflerine göre şekillendirilecek. İşçi sınıfı, yoksullar ve işsizlerin sorunları ise sermaye düzeninin insafına terk edilecek.

Kısacası program, güvencesiz çalışmanın yaygınlaşmasını, sağlık hizmetlerinin azaltılmasını ve emekçilerin alınterinin ürünü olan kamu birikimlerinin özelleştirilmesini içeriyor. Nereden bakılırsa bakılsın bu program emekçiler, işsizler ve yoksullar için tam bir ekonomik yıkım saldırısı.

Sermayenin saldırı programı

Yeni programla birlikte laf salatasını bir yana bırakıp gerçeklere dönmek gerekiyor. Hükümet yeni liberalizmin bizzat yaratıcısı olduğu devasa krize karşı, aynı yeni liberal anlayışı sürdürüyor. Öncelikle uluslararası mali çevrelere güven vermeyi amaçlıyor. Bu anlamda da sosyal programlardan, kamu yatırımlarından vazgeçerek Uluslararası Para Fonu (IMF) politikalarına uygun bir anlayışı benimsemiş durumda.

Resim çok net, hükümet, krizin emekçileri değil ama kapitalistleri teğet geçmesine yönelik tedbirleri kararlılıkla hayata geçirmektedir. İşe alınan işçilere ait SGK pirimlerinin devlet tarafından üstlenilmesi, KOBİ’lere dönük kredi teşvik sistemi, beyaz eşya ve otomotiv sektörü gibi belirli sektörlerde vergi indirimlerini kapsayan indirim teşvikleri hükümetin bu doğrultudaki çabalarını şüpheye yer bırakmayacak ölçüde ortaya koymaktadır. İşçi ve emekçilerin kavraması gerekense, hükümetin izlediği bu politikanın bütçede devasa bir karadelik açtığıdır.

Bu karadeliğin yarattığı maliyet, sağlık harcamalarında katkı payı, eğitim harçları ve elektrik ve suya yapılan zamlarla doğrudan emekçi halkın sırtına yüklenmekte. Bir önceki sayımızda ele aldığımız gibi krizin başlıca mağduru olan işsiz emekçiler için ayrılması gereken işsizlik sigortası fonunun, bir türlü denkleştirilemeyen bütçeye kurtarıcı olarak aktarılması, memur sendikalarıyla gerçekleştirilen toplu görüşmelerde, memura enflasyon oranlarının bile altında kalan “zam önerileri” krizi “fırsata çevirmeye” heveslenmiş sermayenin, krizin bütün yükünü emekçi yığınların sırtına yıkmakta ne denli kararlı olduklarının açık birer göstergeleri.

Hükümete göre krizden çıkılmasına, ülke ekonomisinin tıkır tıkır işlemesine ramak kaldı. İlginç olan şu ki, bu söylemler krizin işçi sınıfına ağır darbeler indirdiği birçok ülkeyle benzerlik taşıyor. “2010 yılıyla birlikte ekonomik düzelme başlayacak, hadi birazcık daha dişimizi sıkalım” diyorlar. Oysa ekonomi 9 aydır sürekli küçülüyor. İşsizlik habis bir ur gibi yayılıyor. Bütçe açığı inanılmaz rakamlarda büyümeye devam ediyor -yüzde 780 oranında-; kişi başına gelir daha şimdiden yaklaşık 1500 dolar azaldı.

Sahne senin işçi sınıfı!

Türkiye işçi sınıfından 12 milyon ücretli emekçinin sadece 400 bini toplu sözleşmeden yararlanabiliyor ve bunlardan da ancak 6 bin 500 kişi grev hakkını kullanabilmiş geride kalan dönemde. Ağır bir borç yükü, sıcak paraya bağımlı kılınmış bir ekonomi çarkı ve azalmak bilmeyen bir işsizlik ve gelir uçurumu…

İşsizlikle terbiye edilmiş, ucuza çalıştırılan, sosyal güvenlik hakkından, sosyal devlet hizmetlerinden mahrum bırakılmış, örgütsüz, teslim alınmış, geleceksiz geniş bir emekçi yığını. İşte Krizin “teğet geçtiği ” gerçek Türkiye’nin manzarası…

Burjuvazinin ve hükümetin krizin açığa çıktığı ilk aşamadan itibaren krizin varlığını reddetmesi ve ortadaki enkaza rağmen şimdide krizden çıkmaya başladığımızı “ilan etmesi” bir tesadüf ya da cehalet göstergesi değil elbette. Aslında biraz daha diş sıkmamız halinde her şeyin düzeleceğini müjdelemeleri, işçi sınıfına ve emekçi yığınlara vurmayı planladıkları darbeleri kolaylaştırma arayışlarından başka bir anlam taşımıyor.

Sermayenin yeni saldırı dalgasına karşı tek ve gerçekçi alternatif işçi sınıfının tüm bölünmüşlüklere son vererek bu saldırıya karşı birleşik ve kitlesel seferberliklerle karşı koymasından geçiyor. İşyerlerimizde, sendikalarımızda, okullar ve mahallelerimizde, işçi ve işsiz, kadın ve erkek emekçileri birleştirerek, burjuvaziden bağımsız bir işçi sınıfı perspektifine dayanan, yerel ve uluslararası mücadele platformları oluşturmak ve varolan tüm mücadeleleri ortaklaştırmak hedefi ilk adım olmalı. İşçi sınıfı, sermayenin ikiyüzlü düzelme vaadlerine, gelecekteki istihdam hayallerine kanamaz. Elimizdeki iş, avucumuzda kalan son ekmek kırıntısı pazarlık konusu olan! Zira artık burjuvaziye verilecek taviz, geriye atılacak adım kalmamış durumda.

Birleşmek ve mücadele etmekten başka yol yok! Tüm toplumu kucaklayarak, ülkenin kangrenleşmiş sorunlarının üstesinden gelebilecek yegâne güç
olarak sahne artık senin olsun işçi sınıfı!

Yazan: Murat Yakın (29 Eylül 2009)

EK:Bertolt Brecht (1898 – 1956) şiiri

Karşı Çıkmak En İyisi

Yani alçak gönüllü mü olalım?
Ve “bu böyledir, böyle de kalsın” mı diyelim
Ve susuzluk mu çekelim bardağı görüp de?
Doluyu değil de, boş olanı mı alalım?
Yani hep dışarı da mı durmalıyız?
Soğukta mı oturmalıyız, çağrılmadıkça?
Zevk ve acıdan payımıza düşeni
Büyük adamlar, lütfen saptadılar.
Bize öyle geliyor ki,
Karşı çıkmak en iyisi
Ve en küçük sevinçten bile vazgeçmemek
Ve kovmak yeryüzünden acıyı yaratanları
Ve sonunda yaşanır hale getirmek dünyayı!

Unutma, sensiz bir kişi eksiğiz…

Yorumlar kapalıdır.