Okmeydanı hastanesi işçilerinin kazanımlarının ardından

Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde DİSK’e bağlı Dev Sağlık-İş Sendikası’na üye oldukları gerekçesiyle işten atılan 18 taşeron işçisinin 45 günlük kararlı mücadelesi kazanımla sonuçlandı.

Bugün Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde farklı taşeronlara bağlı 800’e yakın işçi çalıştırılıyor.

İşçilerin geneli 500-600 TL civarında ücretle çalışıyorlar. Ayrıca hastane yönetimi taşeron işçilerini sağlık personeli gibi de çalıştırmaktan geri durmuyor. AKP’nin sağlıkta dönüşüm programı dediği bu olmalı.

Taşeronlaşma, esnek ve kuralsız çalışmanın adıdır. Sadece bu hastanede değil, tüm hastanelerde bu çalışma sistemi yaygın bir şekilde uygulanmakta. Nitekim Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde taşerona bağlı 300’e yakın işçinin 2,5 aylık ücreti şirket tarafından gasp edildi. İşçiler, bunun üzerine bir günlük iş bırakarak protesto eylemi gerçekleştirdi. İşçiler hem hastane yönetimine karşı hem de taşeron şirketine karşı haklarını korumak ve güvence altına almak için Dev-Sağlık Sendikası’nda örgütlendi.

Bugün yaşanmakta olan hak gaspı, sadece Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nde ve ona bağlı taşeron şirketlerinde yaşanmıyor. Bu yaşanan sorun sermayenin açgözlülüğünden kaynaklanmakta. Bir sistem düşünün hem işçi ve emekçileri açlık sınırının altında bir ücretle çalıştıracaksınız hem de hiç utanmadan sıkılmadan 2,5 ay çalıştırdığınız bu işçilerin ücretlerini vermeyeceksiniz. “Olacak iş mi?” diye soranlar olabilir. Evet, bugün yaşadığımız bu düzende neredeyse tüm işyerlerinde buna benzer sorunlar yaşanmakta. Bu sorunlara boyun eğmeyen işçiler işyerlerinde direnişin simgeleri haline geliyorlar.

Okmeydanı hastanesindeki taşeron işçilerinin mücadelesinin kazanımla sonuçlanması önemli bir başarı olarak görmek ve değerlendirmek gerekir. Bu açıdan başta 45 gündür direnişi sürdüren işçiler olmak üzeri bağlı bulundukları sendikaya (Dev Sağlık-İş) bundan sonrası için büyük görevler düşmekte.

Bugün yaşadığımız ekonomik krizde sermaye sınıfının tüm faturayı işçi ve emekçilere ödetmek istediğini hepimiz gayet iyi biliyoruz. Ayrıca sermayenin bu durumu fırsat görerek işçi ve emekçilerin en ufak hak arama mücadelelerine tahammül edemediği bir süreçten geçtiğimizi görüyoruz. Tahammül etmiyorlar çünkü mücadelenin sonucunda hak kazanımı olduğunu biliyorlar. Bu kazanım başka işçi ve emekçiler için örnek teşkil edecek ve olabilirliği gösterecek. İşte patronların korkusu buna. Başbakan 25 Kasım’da greve çıkan kamu emekçilerine neden saldırıyor dersiniz? İşte aynı korku.

Okmeydanı SSK işçileri mücadeleye önderlik etmeli

Okmeydanı SSK işçilerinin 45 günlük onurlu direnişinin kazanımla sonuçlanması mücadelenin bittiği anlamına gelmiyor. Evet, bu mücadelenin sonucunda başta hastane yönetimi olmak üzere taşeron şirket geri adım attı. Ama hem hastane yönetimi hem de taşeron şirketin yeni saldırılar için hazırlık yaptığı unutulmamalı. Bu açıdan işçiler ve sendika bu mücadeleyi mümkün olduğunca yaygınlaştırmak durumunda, sorumluluğunda. Bu mücadelelnin kazanımın yaygınlaşmasına bağlı olduğunu hepimizi gayet iyi biliyoruz. Bu görev bugün Dev Sağlık- İş Sendikası’na düşmektedir.

Bugün sermaye nasıl ki ortak çıkarları için ağız birliği ederek işçilere ve emekçilere saldırıyorsa, sosyalistlere, mücadeleci sendikacılara, mücadeleci işçilere düşen görev ortak çıkarlarımız için mücadeleleri biraraya getirmenin yollarını bulmaktır.

Bugün sendikalaştıkları için işten atılan başta Sinter (Birleşik-Metal), Sabiha Gökçen havalimanı (Hava-İş), Esenyurt Belediye (Belediye-İş 2 nolu şube), Azim Kargo (TÜMTİS) işçilerinin mücadelesini bir arayan getirme görevi başta sendikalara düşmektedir. Çünkü hepimiz şunu çok iyi biliyoruz, mücadeleler yalnızlaştıkça yenilmeye mahkum oluyor. Mücadelenin birleştirilmesine karşı ileriye surülecek herhangi bir bahane veya gerekçe mücadelenin birleştirilmesinden daha önemli olamaz.

Bu zorlu süreçte tabii ki direnişçi işçilerin omuzlarında daha büyük bir sorumluluk var. Bu konuda eğer sendika yönetimleri üzerlerine düşen görevleri yerine getirmezlerse işçiler bunu sorgulamalıdır. Bugün yaşanan direnişler sendikal rekabete feda edilemeyecek kadar kıymetlidir. (Örneğin, Okmeydanı SSK işçilerinin 45 günlük direnişiyle yukarda adını saydığım direnişteki işçiler bir araya gelebildiler mi? Ya da tersi. Bir başka örnek ise, Sinter, Sabiha Gökçen, Esenyurt belediyesi işçileri Taksim’de ortak basın açıklaması yaptıklarında direnişte olan Okmeydanı SSK işçileri burada neden yer almadı?)

Kuşkusuz sadece sendikacılara görev düşmüyor. Sosyalistlere de büyük görevler düşüyor. Sosyalistler de kendi iç rekabetlerinden dolayı bilerek ya da bilmeyerek yaşanan mücadelelere zararlar verebiliyorlar. Bundan dolayı sosyalistler yaşanmakta olan mücadelelere öncelikle kendi dar grup siyaset anlayışıyla değil, mücadelenin kazanılmasına yönelik bir perspektifle yaklaşma sorumluluğunda olmalıdır.

Yazan: Şahin Yıldırım (29 Kasım 2009)

Yorumlar kapalıdır.