Güvencesiz çalışmaya, işten çıkarmalara karşı mücadelemizi birleştirelim!

Tarihler 14 Aralık 2009 gününü gösterdiğinde, TEKEL’in özelleştirilmesiyle birlikte Samsun, Diyarbakır, Adıyaman, Muş, Bitlis, İzmir, Adana, Hatay, İskenderun, Tokat gibi illerde kapatılması düşünülen fabrikalarda çalışan 12 bin TEKEL işçisi, AKP tarafından 4C statüsünde başka kurumlarda çalıştırılma dayatmasına karşı direnişe geçti. Tüm kazanılmış hakların elinden alınarak yok sayılmasına karşı çıkan TEKEL işçileri örgütlü oldukları Tek Gıda-İş sendikası ile özlük hakları için mücadeleye başladı.

15 Aralık’ta Ankara’da AKP Genel Merkezi’ne gitmeye çalışan TEKEL işçileri polis engeliyle karşılaştı. Bunun üzerine Abdi İpekçi Parkı’nda beklemeye başlayan TEKEL işçileri 17 Aralık günü polisin insanlık dışı saldırısına maruz kaldı.

TEKEL işçilerinin mücadelesi

Bu saldırı sonrası TEKEL işçileri yapılan saldırı karşısında sessiz kalmayacağını göstererek direnişe geçtiler. Bu direniş, sadece yapılan saldırıya sessiz kalmamak değildi, özlük haklarını geri almak için uzunca süre sessiz kalan işçi sınıfının neler yapabileceğinin de göstergesi olacaktı. Daha sonra işçilerin bir kısmı memleketlerine dönerken, direniş Ankara’da kalan 5 bin civarında işçi ile devam etti. Bu tarihten itibaren TEKEL işçilerinin direnişi Türkiye’de tüm emek örgütlerinin desteğiyle birlikte Türkiye emekçilerinin güvencesizleştirmeye karşı simgesi oldu.

Direnişin sürdüğü günlerde ülke genelinde emek ve demokrasi güçleri AKP il binalarına protesto yürüyüşleri düzenledi. Türk-İş her cuma günü bir saat iş bırakma eylem kararı aldı. Hemen ardından DİSK ve KESK de TEKEL işçilerine destek verdi. Ankara esnafı, emekçi halkı işçilere sahip çıktı.

Ankara’nın kalbinde, Sakarya Caddesi’nde, işçilerin meydan okuması ülkenin gündemi olmuştu…

Birleşen işçiler kazanır

Bu arada bundan rahatsız olan Başbakan direnişlerini ısrarla sürdüren TEKEL işçileri için “çalışmıyorlar, yan gelip yatıyorlar” şeklinde ifadeler kullandı. Başbakan böyle olmadığını kendisi de çok iyi bildiği halde eylemin meşruluğunu gözden düşürmek adına gerçekleri çarpıttı, yalan söyledi. Çünkü “Ben bu işçilerin haklarını gasp ettim” diyemezdi ve üstelik bu direnişin büyümesinden ayrıca endişe ediyordu. Tarihte işçi sınıfının ve emekçilerin birleştiği zaman neler yapabileceğini kendisi de gayet net biliyordu.

15 Ocak’ta yine ülkenin dört bir tarafından gelen TEKEL işçileri taleplerinin karşılanması için Ankara’da üç günlük oturma eylemi başlattı. Eylem öncesinde İzmir’de TEKEL işçileri vapur işgal etti ve Konak Meydanı’nda gerçekleştirdikleri eylemle taleplerini İzmir Valiliği’ne iletti.

Daha sonra devreye açlık grevi girdi. İşçiler haklarını alabilmek için zaten tok olmayan bedenlerini açlığa bıraktılar. Bu eylem süreci kesintilere uğrayarak devam etti. Bu süreç aslında olmamalı yerine başka eylem alternatiflerinin tartışılması gerekirdi. Nitekim işçilerin aktif olarak gerçekleştirebileceği birçok eylem imkânı da mevcuttu.

Daha sonraki günlerde eylemler devam etti. Tek Gıda-İş Sendika yönetiminin hükümetle yaptığı görüşmelerden sonuç çıkmayınca işçi sendikalarının çok fazla destek sağlamadığı, sınıftan kopuk bir genel grev örgütlendi ve 4 Şubat’taki genel grev girişimi işçilerin tüm iyi niyet ve kararlılığına rağmen hüsranla sonuçlandı. Sendika bürokrasisi burada devreye girdi ve çağrıcısı olduğu greve traji-komik şekilde temsili denilecek düzeyde katıldı. Bu durum TEKEL işçisi için bir moral kaybı oldu ama onlar yine yılmadı, direnişleri sürdürdüler. Daha sonraki süreçte sendika yönetiminin hükümetle pazarlıkları devam etti ve 1 Mart’ta ani bir kararla çadırlar söküldü. İşçilerin bazıları çadırları sökmeyeceğiz dese de bu etkili olmadı ve 1 Nisan 2010 günü geri dönmek üzere 2,5 aydan beri uzak kaldıkları memleketlerine döndüler.

Bu direniş boyunca tarihsel sayılabilecek hatalar da yapıldı. Sendikalar cephesinde KESK, DİSK hatta HAK-İŞ ile ortak bir platform oluşturulmadı. Hatta bir iki iş bırakma eyleminde çağrıcı olan TÜRK-İŞ bütün bu süreç boyunca mücadelede KESK’ten bile daha az yer aldı. Bu hakikaten vahim bir durumdur…

Solun TEKEL mücadelesine bakışı ve önümüzdeki görevler

Solda ise tamamen TEKEL işçisi üzerinden bir tatmin etme/olma olayı vardı. Uzun süre politik gündeme dâhil tek bir söz söylemeyenler, darbe girişimlerinin açığa çıktığı süreçlerde nerede ise ağzını açmayanlar, yıllardır sınıfa sırtını dönmüş olanlar, 1 Mayıs’larda işçileri değil de alanları öncelik haline getirenler birden işçi sınıfının farkına vardılar! Doğal olarak da TEKEL işçisine onun sahip olduğundan/temsil edebileceğinden daha fazla anlam/amaç yüklediler. Bunu yapmak zorundaydılar çünkü bu durum politik gündeme müdahale edememelerinin de kaçınılmaz bir sonucuydu.

Şimdi önümüzde 1 Nisan süreci var! Bu süreçten iyi ders çıkarılması gerekiyor. Daha önceki süreçlerde yapılan hataların göz önünde tutulması çok önemli. Geriye bakılarak Bahar eylemlilikleri, 17-18 Haziran 1995, 4 Mart 1998’de Kızılay’da zirve noktasına ulaşan mücadele ve 2001 yılında 4688 Sayılı Kamu Görevlileri Sendikaları Kanunu ile kamu emekçilerinin nasıl darbe yediği gözden kaçırılmadan bir yol izlenmesi gerekir… Bunun için hepimizin geçmişe göz atıp, buradaki kazınım ve kayıplardan ders çıkarmamız, ona uygun olarak mücadeleyi şekillendirerek sınıfın taleplerini sahiplenip aktarmamız hayati bir önem arz ediyor..

Mücadeleler devam ediyor…

TEKEL direnişinden nicel olarak daha ufak olsa da ülkede işçi direnişleri devam ediyor. Bu eylemlikler birbirinden bağımsız olarak gelişiyor. Kent A.Ş işçileri bu duruma bir örnektir. İşçi sınıfının mücadelelerini birleştirmek için yollar bulmalıyız. Bu açıdan şu anda devam eden direnişlere de göz atmamızda fayda var.

Gaziantep, Çemen Tekstil İşçileri: Gaziantep Organize Sanayi Bölgesi’ndeki Çemen Tekstil Fabrikası’nda 525 işçi adına sürdürülen toplu iş sözleşmesi görüşmelerinde anlaşma sağlanamayınca grev kararı aldılar…

İstanbul, Marmaray projesi inşaatında kötü çalışma koşulları, düşük ücret ve sigorta primlerinin düzenli ödenmemesi nedeniyle iş bırakan taşeron Polat Deniz inşaat işçileri direnişe geçti…

Muğla: Muğla’nın Yatağan ilçesinde yer alan tüm kömür havzasının özelleştirilmesinin ilk adımı olan ihale bedelinin belirlenmesi için ilçeye gelen şirketler birliği heyeti Yatağan Termik Santrali ve Güney Ege Linyitleri İşletmesi işçileri tarafından kovuldu. İşçiler, YEAŞ ve GELİ’de özelleştirmeye karşı nöbet tutmaya başladı…

Kocaeli: Kocaeli’nin Gebze ilçesinde otomotiv yan sanayi malları üreten Akkardan fabrikasında çalışan Birleşik Metal-İş üyesi 108 işçi kriz sebebiyle işten çıkartıldı. İşçiler işlerini geri almak için fabrika önünde direnişe geçti…

İzmir: İzmir’deki TARİŞ Fabrikası zarar ettiği için 1 yıldır işsizlik tazminatı ödediği işçileri işten çıkarttı. 1 Mart günü işten çıkarıldıklarını öğrenen işçiler kıdem ve ihbar tazminatlarını almak için direnişe geçti.

İstanbul: 13 Şubat’ta başlayan eylem 4 Mart’ta 2010’da tekrar başladı. Turkuvaz Medya’da (Atv-Sabah) çalışan Türk-İş’e bağlı Türkiye Gazeteciler Sendikası’na üye işçiler Toplu İş Sözleşmesi için greve çıktı.

İstanbul: İSKİ’nin sayaç okuma, barkod, açma-kesme, ihbar, sayaç değiştirme işlerini yapan Karel, Sistem ve Elsan taşeron şirketlerinde çalışan işçiler, 15 Mart’ta işlerine son verilmesinin ardından direnişe geçtiler…

İşçi sınıfının sesini duymak

Sınıftan yükselen sesleri duymamamız için sağır olmamız gerekir. Burada süreci çok iyi analiz edebilmeli, müdahale noktalarını belirlemeli, etkin bir müdahale hattı oluşturmalı ve işçi sınıfının birleşik cephesini bu çerçevede oluşturmalıyız. Bunu pratiğe nasıl geçireceğimizi
belirlemek için tartışmalıyız.

Burada dikkat etmemiz gereken şey tam olarak işçi sınıfına nüfuz etmenin gerekliliğidir. Bizlerin tavrı burada bildik kalıpların, önyargıların ötesine geçmelidir. Sarı sendika diyerek TÜRK-İş’i, iktidara yakın diyerek HAK-İş’i, ve tabii KESK’i, DİSK’i ve diğer sendikaları bir yana itme kolaycılığı yerine işçi sınıfının kazanımları temelinde hükümeti ve patronları taviz vermek zorunda bırakacak bir kararlılıkla mücadeleleri birleştirmeliyiz, sürdürmeliyiz.

Böylece işten çıkarmalara, sendikasızlaştırmaya, hak gasplarına karşı herkes için iş güvencesi temelinde bir mücadeleyi örgütleyebiliriz. Çok zor görünse de işçi sınıfı ve emekçi yoksulların kararlılığıyla ve birleşik bir mücadeleyle bütün bunlar mümkündür.

Yazan: Umut Devrim, 23 Mart 2010

Yorumlar kapalıdır.