İşyerlerinden mektuplar (Nisan 2010)

İşçi Cephesi’nin Nisan 2010 tarihli 16. sayısında yayımlanan okur mektupları:

METAL

Kaza geçiren de suçlu sayılan da biz oluyoruz! • Çalıştığım fabrika 1989 yılında üretime açılmış ve hâlâ daha o dönemde kurulan makinelerle çalışıyoruz. Patron bu makinelerin modernize edilmesi gerektiğini çok iyi biliyor; ama cebinden para çıkmasın diye pek yanaşmıyor. Eğer makinelerin modernize edilmesi üretimin artmasını sağlayacaksa yeşil ışık yakabiliyor ama söz konusu olan işçinin daha rahat ve daha güvenli bir şekilde çalışması olunca gerek duymuyor. Örneğin, makinelerden herhangi birinde arıza çıktığında arızanın nedenini anlatıp giderilmesi için malzeme alınmasını istediğimizde “çok masraf çıkarıyorsunuz, bir şeyler uydurun, çalıştırın, zaten zarar ediyoruz, bir de ona harcama yapamam” deyip ortadan kayboluyor.

Biz işçiler geçici olarak bir şekilde makinenin çalışmasını sağlasak da çözüm olmuyor; en nihayetinde makine bir süre sonra çok daha büyük bir arıza veriyor ve bu arızadan kaynaklı herhangi bir arkadaşımız iş kazasına maruz kaldığında, suçlu yine biz işçiler oluyoruz. Neymiş dikkatli çalışmıyormuşuz. Suçlu ilan edilen işçi işten bu sebeple çıkarılabiliyor, yani biz işçiler patronun cebinden para çıkmasın diye iki kez mağdur olmaya itiliyoruz. Fabrikayı denetlemeye gelen iş güvenliği uzmanları da tamamen göstermelik. Örneğin, iş güvenliği için kullanmamız gereken malzemelerimiz yok ya da eksik, iş güvenliği uzmanı her geldiğinde aynı soruyu tekrarlıyor papağan gibi, “iş güvenliği için kullanmanız gereken malzemeler neden eksik?” diye. Bizde patron tarafından verilmediğini söylediğimizde “ben bunları not alıyorum, eksiklikler giderilecek ama malzemeler geldikten sonra kullanmayıp iş kazasına maruz kalırsanız siz sorumlusunuz” deyip gidiyor.

Ama değişen bir şey yok, kaza geçiren de biz oluyoruz, suçlu olan da. Yani devlet kurumları da patronlarla işbirliği içinde bu iş kazalarına ve cinayetlerine seyirci kalıyorlar. Zaten aksi olsaydı patron bu kadar pervasız olamazdı. Biz işçilere ne patrondan ne devletten hayır var; çözüm yine ellerimizde. Biz işçiler fabrikadaki birlikteliği sağlayabilir ve iş güvencesiz çalışmayız diye haykırdığımızda bu sorunun çok kısa bir zamanda çözüleceğinden eminim. Patronun kâr mantığı gereği o makinenin çalışmamasını göze alamaz. Güvenli bir iş ortamında çalışmanın yolu biz işçilerin birlik olmasından geçiyor.

***

TEKSTİL

Filler ve çimen • Tekstil işkolunda işler çoğaldı. Bu nedenle çalışma koşulları da çok ağırlaştı. İşe giriş saati belli, çıkış saati belli değil. Yoğun mesailer ve çalışma koşulları yüzünden birçok işyeri değiştirmek zorunda kaldım.

En son çıktığım işyerinde bir olaya tanık oldum. Daha önce o işyerinde iki hafta çalışıp çıkan bir kadın işçi, çalıştığı işyerinde sigorta yapmıyorlar diye sigortaya şikâyette bulunmuş. İşyerine 60 bin TL ceza gelmiş. Patron bu nedenle atölyenin giriş kapısını demirlerle çevirmiş, her isteyen içeri giremiyor ve dışarı çıkamıyor. Asansör de Akbile benzer bir aletle çalışıyor ve bu alet de herkes de yok.

İlk gördüğümde bu önlemlere şaşırmıştım. Patronların, hakkını arayan işçilerden ne kadar korktuğunu gördüm. Fakat yağmurdan kaçarken doluya tutuldum. Yeni bir atölyeye girdim. Burada da mesailer bitmiyor. Herkes parça başı çalıştığı için canla başla çalışıyor. Benim gibi aylıkla ve arada çalışanlarda filler ve çimen misali eziliyoruz. Her işçiyi kendi patronu yaptılar, işçileri hem ucuza çalıştırıp, hem de sağ olsunlar patron yerine koyuyorlar.

***

HİZMET

Öğrenci işçilerin çalışma koşulları! • Merhaba, ben okuyabilmek için çalışan bir öğrenciyim. Üniversitede sosyoloji okuyorum. Alanımda çalışabileceğim belirli bir iş yok. Bu işsizlik ortamında çok şansımın olduğu da söylenemez. Genellikle araştırma şirketlerinde ya da halkla ilişkiler gibi bölümlerde iş bulabiliyoruz. Şimdi çalıştığım yerde bir araştırma şirketi. Bir sigortam ya da kaydım yok. Başta çalışma saatlerini okul saatlerime göre ayarlayabilecek olmam çok cezp ediciydi. Daha sonradan bunun bir kabus olduğunu anladım.

Öncelikle bu esneklik hiç de derslerime girmemi sağlamadığı gibi bir de gecelerime kadar uzadı. Şöyle ki bu şirkete biri gelip araştırılacak bir konu veriyor, biz de en tabandakiler olarak araştırma işini yapıyoruz. İstanbul’un hiç bilmediğim yerlerine gidip, hiç tanımadığım insanların evinde anket yapmam gerekiyor çoğu zaman. İnsanlar sizi evlerine almıyorlar, konuşmuyorlar, korkuyorlar, tersliyorlar; hatta hakaret ettikleri de oluyor. Sürekli onlara bizden bir zarar gelmeyeceğini açıklamamız gerekiyor, kimse bize bir zarar gelebileceğini düşünmüyor. Eğer biraz ağzınızı açarsanız bir sonraki projeye çağrılmama ve işsiz kalma durumunuz var. Çünkü hiç bir şeyin garantisi yok hatta paranızı alabileceğinizin bile. Ödeme proje kabul edildikten iki ay sonra yapılıyor, yani üç aya kadar alabiliyorsunuz paranızı, dahası proje kabul edilmezse para alamıyorsunuz.

Sırf öğrenci olduğum için oradaki kadrolu elemanlardan daha nitelikli ve daha çok çalışsam bile parça başına alınan ücretin yarısını alıyorum. Diğer çalışanlarla karşılaşma gibi bir durum çok sık olmadığı ve kimse düzenli olmadığı için örgütlenme gibi bir durum da olmuyor, olsa bile diğer projeye çağırmaz seni olur biter. Bir de ücretlerin de bir sabitliği yok sadece bir kez üç gün çalışıp 400 TL kazandım; ama çoğu kez başka işlerde bir-iki haftada 75 TL gibi paralar kazanabildim. Cebime birkaç kuruş girer diye çalışan öğrenciler yoğun emek sömürüsüne iş hayatına atılmadan alıştırılıyorlar bu şekilde.

***

İşçiler birbirine sahip çıkmalıdır • Ben özel bir okulun temizlik işlerini yapıyorum. Çalıştığım bu okulun yemekhane bölümünde çalışan 6 arkadaşımız daha var. Temizlik ve yemekhane de çalışanlar olarak hepimiz aynı taşeron şirkete bağlıyız. Geçen hafta okul müdürü yanında misafiriyle birlikte öğlen yemeği saatinde yemekhaneye geldi. O sırada yemekhanede çalışan arkadaşlar harıl harıl çalışıyorlardı. Bu sırada bir öğrencinin tabağı devrildi ve yerler kirlendi. Müdür de yemekhanede çalışan arkadaşımıza “buranın hali ne, yerler hep yemek, çabuk temizleyin buraları” dedi. Arkadaşımız da o sinirle “gördüğünüz gibi çalışıyorum, yetiştirmeye çalışıyorum, daha ne yapabilirim ki?” dedi. Müdür de bunun üzerine bağlı olduğumuz şirketi aradı ve şikâyette bulundu. Ancak arkadaşımızın işten çıkarılması için bir şahit gerekiyordu. Ben de arkadaşlarıma “kimse şahitlik yapmasın bu duruma, tutanak tutamazlarsa bir şey yapamazlar” dedim. Arkadaşlar da bunun bilincindeydi zaten onlar da “merak etme hiçbirimiz şahitlik yapmayız, zaten bunlara güven olmaz üç-beş ay sonra bizi de işten atarlar” dedi. İşçi arkadaşlarımın tespiti çok doğruydu ve zaten şahit bulamadıklarından dolayı tutanak tutamadılar, arkadaşımız hâlâ bizimle birlikte çalışmaya devam ediyor. Tabii ki bu biz işçiler için güven veren bir şeydi, birlikten güç doğar sözünün yansımasıydı adeta. Bu örneğin de gösterdiği gibi haklarımıza sahip çıkmak ve yeni haklar elde etmek istiyorsak işçiler olarak birleşmemiz ve bilinçlenmemiz şart.

Yorumlar kapalıdır.