Boğaziçi Üniversitesi’nde 5 Kasım protestosu ve teknopark gerçeği

5 Kasım Cuma günü Boğaziçi Üniversitesi’nde Tayyip Erdoğan’ın bizzat katıldığı Teknopark açılışı onlarca polis, tanklı araçlar, biber gazları, işbirlikçi rektör ve yanlı akademisyenler desteğiyle gerçekleşti.

Teknopark dediğimiz yapı aslında bilimin doğrudan sermayeleşmesi önündeki tüm engelleri kaldıran, rektörü patron, hükümeti ‘iyiliğinden’ öğrencilere sadaka verme yetisine sahip bir yapı, üniversiteyi bir fabrika, öğrencileri ise neoliberal ‘kişisel gelişim’ zırvaları eşliğinde sömürülenler yapan, kapitalizmin en son icatlarından…

İnternet üzerinde ‘şirket girişinin bulunduğu ve sitede de açıkça söylendiği üzere ‘Üniversiteler, araştırma kurum ve kuruluşları ile üretim sektörlerinin iş birliği sağlanarak…’ rekabet ortamında yetişen sistem yanlısı yeni nesiller üretmeyi amaçlayan bir yapı. Sosyal bilimler alanındaki öğrencilere hiçbir çıkar sağlamamakla birlikte, sistemin gençlik ve muhalefet korkusunu da bir anlamda törpüleyen ve bunu kendi çıkarları doğrultusunda yönlendiren yepyeni bir proje!

Öğrenciler olarak biz de teknopark kavramını birden bire ve en son olarak öğrendik. Çoksesli üniversite söylemlerinin hüküm sürdüğü okulumuzda seslerin ancak ve ancak sistemi zora sokmadığı sürece ve birleşmeye olan eğilimi kontrol altında tutulduğunda ve ortak taleplerin yaptırımlar üzerinde bir etkisi bulunmadığı zaman var olabileceğini bir kez daha gördük. Sesler, bizi geleceksiz bırakanlara karşı yükseldiğinde polis, sistemin biricik kontrol mekanizması, müdahale ederken, sevgili akademisyenlerimizden Felsefe Bölüm Başkanı Yardımcı Doçent Doktor Karanfil Soyhun polisin işini kolaylaştırarak öğrencilerin astığı ‘Ne sermaye, ne devlet; iş, ekmek, adalet’ pankartını herkesten önce kesti. Böylece sermaye, üniversite işbirliği akademisyen desteğini de arkasına alarak öğrencileri bir kez daha hiçe saymış oldu.

9 Kasım günü yaşananları protesto etmek için toplandığımızda ise esas mevzu bu sefer de öğrenciler içindeki ayrım olmuştur. Bu ayrımda esas rol ise, tepkisini hükümeti sistem içindeki rolünden sıyırarak direk AKP iktidarına yöneltmiş TKP’li öğrenci gurubunundur. Elbette ki iktidar uyguladığı politikalarıyla, yaptırımlarıyla ve sahte demokrasi söylemleriyle mücadele edilmesi gereken bir noktadadır; ancak bunu sadece AKP karşıtlığına yönlendirmek, sınıf mücadelesi önündeki çeşitli karşı devrimci güç ve mekanizmayı göz ardı etmek ve bu bağlamda üniversitedeki sermayeleşmeyi sorgulamaktan uzaklaşmak demektir.

Yükselen farklı seslerin TKP mensubu öğrencilerce megafonla atılan sloganlar eşliğinde kesilmesi ise, o gün yaşananların ayrı bir ironik bölümüdür. Bu sebeplerle bölünen eylem, benim de içinde bulunduğum bir gurup öğrenci ve akademisyenin rektörlük binasının önüne kadar yürümesiyle devam etmiştir. Burada önemli olan ise, bundan sonrası için oluşturulmakta olan platformun da içermesi gerektiği gibi, ortak taleplerin, sermayeye karşı birleşmiş ortak bir dille devamıdır.

Teknoparksız, sermayesiz, bilimin insanlık hazinesi olduğu, sınıfsız bir dünya için…

Yorumlar kapalıdır.